23 Ocak 2007

Kaybetmek sana düşer

Yani diyorum ki aradan geçen onca yıldan sonra bir de dönüp bakarsın ki
hepsi kocaman bir boşlukmuş...

Sen saçımı süpürge ettim diye övünürken yıpranan eski süpürgenin en iyi
ihtimalle kapı arkasına bırakıldığını fark edersin...

En iyi ihtimalle kapı arkasında kaldığını anladığında üstelik...

Bu yüzden mazlum olarak yaşamayı tercih etmek yanlış olmalı diyorum.

Bu yüzden kimse kimseyi kandırmasın diyorum.

Bu yüzden kimse kendisine yalan söylemesin diyorum...

Arkadaşından daha çok üzülemez kimse arkadaşının kederli yalnızlığına...

Uzantısı bir biçimde kendinde bitmiyorsa, hiçbir felaketin fazlaca önemi
yoktur günümüz bencil insanının değerlerinde.

Yalan mı?



Tercih edilmeyen olmak öfkeli ve yalnız kılar insanı, bilirim!

Oysa hayatta her şey yüzde elli ihtimal üzerindedir.

Ya terk edilen kişi olursun ya da uğruna her şeyin feda edildiği...

Ya bırakılansındır ya da bırakan.

Ya kurbansındır ya da kahraman...

Ve çoğu zaman hayat her iki uç arasında sürükler insanı.

Ömrünün bir noktasında zafer sarhoşluğu yaşarken bir bakarsın ki
yenilmişsin...

İşte o zaman, kazandım ya da kaybettim sanmanın bir önemi kalmıyor...

O halde?

O halde?

O halde sevgili okur...

Neden kurban olmanın güzel olduğunu sanıyor insan?

Kendine acımayı ve acındırmayı neden seviyor?


***

Yani diyorum ki:

Düştüysen eğer, düştüğün yerden neden kalkmıyorsun?

Daha ne kadar ağlayacaksın orada?

Ne kadar sızlanacaksın?

Asil, acılı, mazlum bir zavallı kurban olmayı kabul etmek hiçbir şey
kazandırmayacak sana.

Senin hayatın akıp gidecek gözlerinin önünde.

Ve o hayat sen her anlatmaya kalktığında can sıkan sıradan hikâyelerden biri
olarak kalacak...

Üzgünüm...

Kaybeden rolünü bu kadar benimsersen, sana daima kaybetmek düşer!

İclal Aydın

Hiç yorum yok: