28 Haziran 2007

Örümcek

Ekteki resimler bir örümceğe verilen
çeşitli ilaçların örümcek üzerindeki etkisini göstermektedir. Ağların hepsi
birbirinden farklı örülmüş. Tabi bunun sebebi de ilaçlarlardır. İlaçların adı
her resmin altında yazıyor.

21 Haziran 2007

Topuksuz ayakkabılarla da şık olunabileceğini bilmeyecektim.

Hamileliğim esnasında 80'li kilolara kadar çıkıp kendi çapımda ilk defa bir alanda rekorumu kıramayacaktım.

O küçücük ellerle renkli kartonlardan yapılmış bir kâğıt parçasının bu kadar değerli olabileceğini öğrenemeyecektim.

Kan yapsın diye danadili haşlayıp üzerine yumurta kırıp ağzının tadına da uysun diye çikolatalı pudingle karıştırmak gibi yaratıcılığın sınırlarını zorlayan tarifler keşfedemeyecektim hiç.

Su almak için elimde kumanda ile buzdolabını açtığımda kumandayı buzdolabına koyacak kadar ya da evden çıkarken telsiz telefonu çantama atacak kadar kendimden geçmeyecektim.

Birinin canı yandığında ötekinin bu acıyı hissedebilmesinin sadece ikiz kardeşlerde olduğunu sanacaktım.

Sabahın köründe gözü kapalı mutfağa kadar gidip, süt ısıtıp yine gözü kapalı dönme yeteneğini kazanamayacaktım.

Üzümün çekirdeklerini tek tek çıkarmak için insanüstü bir uğraşa asla girmeyecektim.

Bir insanın gaz çıkarması beni bu kadar mutlu edemeyecekti.

Büyüdüğünde arkadaşlarınla birlikte partilerde Süper Anne olarak eğlenmeyi hayal edemeyecektim.

Babanla belki daha az kavga edecek ama sevginin evlat denilen başka bir boyutuna giremeyecektik.

Sevginin böylesine karşılıksız olanını hiç tadamayacaktım.

Telaşsız sevişmenin hayalini kuramayacaktım.

Annemi bu kadar çok sevdiğimi anlamayacaktım.

Annesinden zorla ayırdılar diye "Uçan Fil Dumbo!" çizgi filminde böğürerek ağlamayacaktım.

Geceleri kesintisiz uyuyacak, hafta sonunda sabahları istediğim saatte kalkacaktım ama uyandığımda yanağıma konmuş minik ellerin sıcaklığı ısıtmayacaktı yüreğimi.

Çantamda sürekli bisküvi, ıslak mendil, bir adet oyuncak, düşer bir yerin kanar diye ayıcıklı yara bandı taşımayacaktım.

Acıyı geçiren öpücüğün gücüne inanmayacaktım.

38,5 derece ateş beni de yakıp kavurmayacaktı.

Yağmur sonrası çamurlu sularda zıplamanın keyfine varamayacak, sen bir lokma daha fazla yiyesin diye kalabalığın ortasında kafamda peçete dansı yapmayacaktım.

Sen olmasaydın eğer yaşamın karmaşıklığını unutup tekrar basit yaşamayı öğrenemeyecektim.

Sen olmasaydın eğer ben asla "anne" olmayacaktım.

Bir çocuk doğduğu anda, bir anne doğarmış... Bu lafın doğruluğuna inanmayacaktım!
URFALI harmanını kaldırmış, ekinini kurutuyormuş.Öğleden sonra gökyüzü kararmaya başlamış. "Allah'ım, ne olursun ekinim kurumadan yağmurunu yağdırma! Allah'ım lütfen, birkaç gun yağdırma, ne olur" demiş.

Ekini kurudu kuruyacak, aksam üzeri, son yarım saatte bir yağmur bir boran, tüm ekini çürümüş. O hırsla eve gelmiş Bir de bakmış ki eşeği de yıldırım çarpmış. Bu olay URFALININ içine oturmuş ama bir şey de yapamamış.

Zaman geçmiş, Ramazan ayı gelmiş. İlk gün niyetlenmiş URFALI Tam İftara yarim saat kala bir sigara çıkartıp yakmış. İlk nefesini söyle bir güzelce çekmiş ve gökyüzüne bakarak üflemiş.

"Nasıl, illet oluyorsun simdi değil mi?" demiş ve eklemiş: "Ölen eşeği de kurbana saymazsam şerefsizim.
Adam oğlunun odasının önünden geçerken hayretle bakakaldı. Yatağı güzelce toplanmıştı ve odası hiç olmadığı kadar derli toplu görünüyordu.Sonra adam yastığın üzerine bırakılmış mektup zarfını farketti.Üzerinde -Babama- yazıyordu.Aklından geçen bin bir kötü düşünceyle mektup zarfını açtı ve titreyen elleriyle mektubu okudu:

Sevgili baba;
Sana bu satırları derin bir pişmanlık ve üzüntü içinde yazıyorum. Kız arkadaşımla kaçmak zorundaydım çünkü seni ve annemi yaşanacak rezaletten uzak tutmak istedim. Gerçek tutku ve aşkı ben Joanla buldum ve o öyle tatlı ki anlatamam...

Şunu biliyordum siz onun vücudunun her yerine taktığı küpeleri,derisine işlettiği dövmeleri,kendine has o çılgın giyim tarzını asla ama asla onaylamayacaktınız ve tabi benden çok büyük olmasıda bir sorundu. Fakat benim için bunlar değildi gerçek tutku ve gerçek aşk... Baba Joan hamile!

Joanın dediğine göre çok mutlu olacağız.Ormanda kendine ait bir karavanı ve tüm kış yetecek kadarda yakacağı var.Bir sürü çocuğa sahip olma düşüncesi rüyalarımızı süslüyor. Joan benim gözlerimi esrar gerçeğine açtı ve artık biliyorum ki esrar kimseye zarar vermez.Esrar yetiştirecek ve insanlara pazarlayacağız ve yine bu sayede ihtiyacımız olan kokoin ve ekstaziye ulaşacağız. Artık tam anlamıyla bilime yalvarıyoruz dualar ediyoruz şu AIDSin çaresi bulunsun ve Joan sağlığına kavuşsun diye.....O kesinlikle iyileşmeyi hakediyor. Endişelenmeyi bırak baba ben 15 yaşındayım ve kendi başımın çaresine bakabilirim.Eminim birgün geri döneceğiz ve sen kendi torunlarını tanıyacak,seveceksin Oğlun Chad

NOT: Baba yazdığım mektubun tek kelimesi bile doğru değil. Ben Mehmet'lerdeyim. Sadece sana; masamın üzerinde seni bekleyen karneden daha kötü şeylerin olduğunu hatırlatmak istedim.

20 Haziran 2007

Toplu Taşıma Diyalogları

Şöför bey mübarek bi yerde inebilir miyim?
-Şu ilerdeki caminin önünde bırakayım teyze seni...

.................

Oğlum bu eminönü'nden geçer mi?
- Yok teyze biz taksime çıkıyoruz

.........................

Eve gitmek üzere Bakırköy dolmuşu bekliyordum. Sigaramın kalmadığı aklıma gelince önünde durduğum Tekel bayiine girecekken minibüs geldi. Apar topar bindim. Şoföre parayı uzatıp,
- 'Bir Monte Carlo' dedim!
Adam birkaç saniye yüzüme bakıp,
'Abi bu Bakırköy'e gider' diye cevap verdi!
İşte o an benim ve şoförün bittiği andı

..................

Mükemmel bir yerde inebilir miyim? Yolcunun kafası karşık sanırım, kendisi de dolmuştakilerle güler söylediine:)
Şöför kadını indirirken:
- Buyrun size layık değil ama!

...................

Yolcu musait bi yerde inmek ister ama dili surcer; Musait bi yerde iner misiniz?
Şöför :
- Niye sen mikullancan

.........................

Rumeli-Hisarüstü otobüsüyle taksim'e dogru gidiyoruz. Adamın biri Besiktas dolaylarında gayet aceleci bir tavirla Kaptan orta kapıyı rica edebilir miyim?? Bizim soför olaya hakim:
- Tabi abi ayıp ettin. al götür senden kıymetli mi

..........................

İstanbul' da, cok sıcak bir gunde,dolmuştaki bir kokona yelpazesiyle
-"Şöfeer bey klimayı acar mısınız cok sıcak olduu" demisti.
Pala bıyıkl şöfer amca teyzeyi bi sure suzdukten sonra, kapıyı acıp acıp kapatmaya basladı :)

.........................

Istanbul'dayiz ..Dolmuşa bindik, dolmuş doldu,tam kalkicak, elemanın biri açtı kapıyı, içerde tıkış tıkış oturmuşuz, önde 3 kişi arkada 4 ... Eleman hala bir umut sordu: - "Kaptan, yer var mi?". Şöför de arkasını dönüp cevap verdi:
- "Bilmiyorum, üst kata bi bak bakalım"

............................

Pek dolu olmamasına rağmen minibüs hareket etmek üzereydi. Tam o anda kavga ettikleri her hallerinden belli olan iki arkadaş minibüse bindi. Birbirlerinin yüzüne bile bakmıyorlardı Çocuklardan biri şoföre parayı uzattı:
- Abi bir öğrenci bir de hayvan alır mısın?????

15 Haziran 2007

Neymiş:)

1. Exxon'a ait bir petrol tankeri Kanada açıklarında battıktan sonra, iki tane deniz ayısı 80.000 dolar harcanarak temizlenmiş ve büyük bir törenle denize bırakılmışlar. Tam 2 dakika sonra herkesin gözleri önünde bir mavi balina deniz ayılarını yemiş.......... (neymiiiş: doğaya asla müdahale etmeyeceksiiiin)

2. New York'ta yaşayan bir psikoloji oğrencisi kız boş odasını bir marangoza kiralar. Amacı onunla konuşup, adamın davranışlarini incelemek. Ama iki hafta sonra marangoz kızı bir balta ile parçalar....... (neymiiiiş: insanın başına ne gelirse meraktan)

3. Bonn'da iki gosterici, domuzların kesimevi'ne barbarca götürlüp orada kesilmelerini protesto ederken, domuzların bulunduğu yerin kapıları kırılır ve 2000 domuz kaçışırken, iki göstericiyi ezerek öldürürler....... (neymiiiiş: demek ki domuz domuzluğunu yapar)

4. Amerika'da kadının biri evine gelir ve kocasını mutfakta titrerken görür. Belinden su-kaynatici'ya doğru bir kablo gitmektedir. Kadın hemen kalın bir tahta parcası bulur ve adamın koluna vurarak onu elektrik sokundan ayırmaya çalışır. Adamın kolu iki yerinden kırlır. Sonradan anlaşılır ki, kocası orada mutlu bir sekilde walkman dinliyordur........ (neymiiiiiş: kadın milleti her zaman erkek milletinin mutluluğuna engeldir)

VE SONUNCUSU 5. Iraklı bir terorist postaya bombalı-mektup verir. Posta ücreti eksik ödendiği için mektup kendisine geri postalanır. Herşeyi unutan terorist mektubu açınca parçalanarak ölür...... (neymiiiiş: unutkansan terorist olmayacan)
Acayip yakisikli bir zenci Amerika'da çok lüks bir otelden içeriye girmis.Bir elinde Bond çanta, omuzunda bir papagan. Resepsiyondan odasina çikarken aksam yemegi için 100 kisilik yemek servisi istedigini söylemis. Aksam restoranin kapisindan yine elinde Bond çanta, omuzunda kus, tek basina girmis. Oturmus yemegini yerken, papagan masalari dolasip geri kalan 99 yemegi birer birer yiyip bitirmis. Otel personeli toplanmis faltasi gibi açilmis gözleriyle olayi izlerlerken sef garson dayanamamis, bu ne istir diye sormus. Zenci anlatmaya baslamis: "Bir tarihte Istanbul'a tatile
>gittim. Kapalicarsi' -da gezerken eski bir lamba buldum, begendim aldim.Döndügümde lambayi silip temizlerken içinden bir cin çikti, dile benden ne dilersen, 3 dilek hakkin var, dedi. Ilk dilek olarak, bir çanta param olsun, harcadikça içi tekrar parayla dolsun istedim, iste bu çanta, yillardir harcarim, her açista yine doludur. Ikinci olarak dünyanin en yakisikli zencisi olayim dedim, iste görüyorsunuz. Eh, bir erkek hem parali, hem de yakisikli olursa baska ne ister; kusum hiç doymasin dedim, "yanlis anladi lavuk"

Şikayet

Hintli bir yasli usta, ciraginin surekli herseyden sikayet etmesinden bikmistir. Bir gun ciragini tuz almaya gonderir.Hayatindaki her seyden mutsuz olan cirak dondugunde, yasli usta ona, bir avuc tuzu, bir bardak suya atip icmesini soyler.Cirak, yasli adamin soyledigini yapar ama icer icmez agzindakileri tukurmeye baslar. Tadi nasil?" diye soran yasli adama ofkeyle "aci" diye cevap verir.Usta kikirdeyerek ciragini kolundan tutar ve disari cikarir. Sessizce az ilerdeki golun kiyisina goturur ve ciragina bu kez de bir avuc tuzu gole atip, golden su icmesini soyler. Soyleneni yapan cirak, agzinin kenarlarindan akan suyu koluyla silerken, usta ayni soruyu sorar: "Tadi nasil?" "Ferahlatici" diye cevap verir genc cirak."Tuzun tadini aldin mi?" diye sorar yasli adam,"Hayir" diye cevaplar ciragi. Bunun uzerine yasli adam, suyun yanina diz cokmus olan ciraginin yanina oturur ve soyle der:"Yasamdaki acilar tuz gibidir, ne azdir, ne de cok. Acinin miktari hep aynidir. Ancak bu acinin siddeti,neyin icine konulduguna baglidir. Acin oldugunda yapman gereken tek sey aci veren seyle ilgili hislerini genisletmektir. Onun icin sen de artik bardak olmayi birak, göl olmaya calis." ......
Eyvallah!

Koca Mimar Sinan

"Bir Mimar Sinan eseri olan Sehzadebasi Cami'nin 1990'li yillarda devam eden
restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir insaat muhendisi, caminin
restorasyonu sirasinda yasadiklari bir olayi tv'de soyle anlatmasti.

Cami bahcesini cevreleyen havale duvarinda bulunan kapilarin uzerindeki
kemerleri olusturan taslarda yer yer curumeler vardi. Restorasyon
programinda bu kemerlerin yenilenmesi de yer aliyordu. Biz insaat
fakultesinde teorik olarak kemerlerin nasil insaat edildigini ogrenmistik
fakat tas kemer insaasi ile ilgili pratigimiz yoktu. Kemerleri nasil restore
edecegimiz konusunda ustalarla toplanti yaptik. sonuc olarak kemeri alttan
yalayan bir tahta kalip cakacaktik. Daha sonra kemeri yavas yavas sokup
yapim teknikleri ile ilgili notlar alacaktik ve yeniden yaparken bu
notlardan faydalanacaktik.

Kalibi soktuk.

Sokmeye kemerin kilit tasindan basladik. Tasi yerinden cikardigimizda
hayretle iki tasin birlesme noktasinda olan silindirik bir bosluga
yerlestirilmis bir cam siseye rastladik. Sisenin icinde durulmus beyaz bir
kagit vardi. Siseyi acip kagida baktik. Osmanlica bir seyler yaziyordu.
Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafindan
yazilmisti. Sunlari soyluyordu. "

Bu kemeri olusturan taslarin omru yaklasik 400 senedir. Bu muddet zarfinda
bu taslar curumus olacagindan siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Buyuk
bir ihtimalle yapi teknikleri de degiseceginden bu kemeri nasil yeniden
insaa edeceginizi bilemeyeceksiniz. Iste bu mektubu ben size, bu kemeri
nasil insa edeceginizi anlatmak icin yaziyorum. " Koca Sinan mektubunda
boyle basladiktan sonra o kemeri insa ettikleri taslari Anadolunun
neresinden getirttiklerini soylerek izahlarina devam ediyor ve ayrintili bir
bicimde kemerin insaasini anlatiyordu. Bu mektup bir insanin, yaptigi isin
kalici olmasi icin gosterebilecegi cabanin insan ustu bir ornegidir. Bu
mektubun ihtisami, modern cagin insanlarinin bile zorlanacagi tasin omrunu
bilmesi, yapi tekniginin degisecegini bilmesi, 400 sene dayanacak kagit ve
murekkep kullanmasi gibi yuksek bigi seviyesinden gelmektedir. Suphesiz bu
yuksek bilgiler de o koca mimarin erisilmez ozelliklerindendir. Ancak
erisilmesi gercekten zor olan bu bilgilerden cok daha muhtesem olan 400 sene
sonraya cozum ureten sorumluluk duygusudur.

Soru: Kadınlar ne ister?

Soru: Kadınlar ne ister?
Cevap: Bir demet papatya .
Cevaba Cevap:
1 demet papatya = O an mutluluk, sonra neden 1 demet gül değil.
1 demet gül = O an gülümseme, sonra neden orkide değil.
Orkide = Gülümseme, buna ne gerek var. Bunun yerine ufak bi hediye alabilirdin.
Ufak bi hediye= Bana bunu vereceğine pırlanta bi yüzük alabilirdin.
Pırlanta yüzük= Çook güzeel kaç paraya aldın. Ne gerek vardı, yeni bir mutfağa ihtiyacımız vardı.
Yeni bir mutfak = Güzel ama tam istediğim gibi olmadı. Mutfak küçükk. Keşke yeni bir evimiz olsa.
Yeni ev = Bu muhit Çok güzel ama akşam işten gelirken insan hiç olmazsa 1 demet papatya getirir.
1 demet papatya ...........
Adamin biri artik karisinin eskisi kadar iyi duymadigindan korkuyormus ve karisinin isitme cihazina ihtiyaç็ duydugunu düşünüyormuş. Ona nasil yaklasmasi gerektiginden emin degilmis. Bu durumu konusmak için aile doktorunu aramis; doktor adamin karisinin ne kadar duydugunu anlayabilmesi için basit bir yöntem önermis.
"Yapacagin sey su, karindan 40 adim ileride dur, normal bir konusma tonuyla bir şeyler söyle; eger duymazsa 30 adim ilerisinde ayni seyi tekrarla, sonra 20 adim; cevap alana kadar ayni seyi tekrarla."

O aksam karisi mutfakta aksam yemegini hazirlarken adam islemi uygulamaya koymus. 40 adim uzakliktan karisina normal bir konusma tonuyla seslenmis "Hayatim bu aksam yemekte ne var?" Cevap yok. Mutfaga biraz yaklasmis. Mesafeyi 30 adima indirmis ve soruyu tekrarlamis "Hayatim bu aksam yemekte ne var?" Gene cevap yok. Mutfaga biraz daha yaklasmis, mesafe 20 adim ve tekrar sormus "Hayatim bu aksam yemekte ne var?"
Hala cevap yok. Adam mutfagin kapisina gelmis artik mesafe iyice azalmis ve soruyu tekrarlamis "Hayatim bu aksam yemekte ne var?" Gene cevap alamamis.

Bu sefer karisina iyice yaklasmis ve ayni soruyu tekrar sormus "Hayatim bu aksam yemekte ne var?" "Hayatim besinci kez s๖ylyorum, Tavuk"

Belki de genelde düşündüğümüz gibi problem daima karsimizdaki kisilerde olmayabilir. Problemlerin sebebini biraz da kendimizde aramaliyiz. "Ayni dili konusanlar degil, ayni duygulari paylasanlar anlasabilir " Mevlana

Neden Ben

Efsane Wimbledon tenis oyuncusu Arthur Ashe AIDS'den ölmekteydi.Dünyanın her köşesindeki hayranlarından mektuplar yağmaktaydı. Bunlardan bir tanesi şöyle soruyordu:
"Neden Tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?"
Arthur Ashe buna şu cevabı verdi:
Tüm dünyada...
50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar,
5 milyon tenis oynamayı öğrenir,
500,000 profesyonel tenisi öğrenir,
50,000 yarışmalara girer,
5,000 büyük turnuvalara erişir,
50'si Wimbledon'a kadar gelir,
4'ü yarı finale,
2'si finale kalır.
Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya "Neden ben?" diye hiç sormadım. Ve bugün sancı çekerken, Tanrı'ya "Niye ben?" mi demeliyim?