31 Aralık 2008

Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama

Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine..
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de
Hiç işin olmasada öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al..
Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı, sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı, hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı? Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak..
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun.. Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..
Gece evinde, dostların olsun
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun..
Arkadaşım, hayat bu daha ne olsun?

Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!


Can Yücel

26 Aralık 2008

Hala sizinleyse!!!

1 yaşınızdayken sizi elleriyle besledi ve yıkadı. Bütün gece ağlayıp onu uyutmayarak teşekkür ettiniz.

2 yaşınızdayken size yürümeyi öğretti. Size seslendiğinde odadan kaçarak teşekkür ettiniz.

3 yasınızdayken
size özenle yemekler hazırladı. Tabağınızı masanın altına dökerek teşekkür ettiniz.

4 yaşınızdayken elinize rengârenk kalemler tutuşturdu. Evin bütün duvarlarına resim yaparak teşekkür ettiniz.
5 yaşınızdayken sizi cici kıyafetlerle süsledi. Gördüğünüz ilk çamur birikintisine atlayarak teşekkür ettiniz.

6 yaşınızdayken okula kadar sizinle yürüdü. Sokaklarda 'GITMIYCEEEEEEEM' diye ağlayarak teşekkür ettiniz.

7 yaşınızdayken size bir top hediye etti. Komşunun camini kırarak teşekkür ettiniz.

9 yaşınızdayken size dualar öğretti, siz her seferinde unutarak teşekkür ettiniz.

11 yaşınızdayken sizi arkadaşınızla sinemaya götürdü 'Sen bizimle oturma' diyerek teşekkür ettiniz.

12 yaşınızday ken zararlı TV programlarını seyretmenizi istemedi. O evde değilken hepsini izleyerek teşekkür ettiniz.

19 yaşınızdayken okul masraflarınızı karşıladı, sizi arabayla kampusa götürdü ve eşyalarınızı taşıdı.

Arkadaşlarınız alay etmesin diye kampus kapısında vedalaşarak teşekkür ettiniz.

21 yaşınızdayken iş hayati ve kariyerinizle ilgili size fikir vermek istedi. 'Ben senin gibi olmayacağım' diyerek teşekkür ettiniz.

22 yaşınızdayken kep giyme töreninizde size gururla sarıldı. Avrupa seyahati için para isteyerek teşekkür ettiniz.

25 yaşınızdayken düğün masraflarınızı karşıladı, sizin için h em mutlu oldu hem çok duygulandı. Siz dünyanın bir ucuna taşınarak teşekkür ettiniz.

30 yaşınızdayken bebek bakimi hakkında size akil vermek istedi. 'Artik bu ilkel yöntemleri bırak' diyerek teşekkür ettiniz.

40 yaşınızdayken sizi arayıp bir akrabanızın doğum gününü hatırlattı. 'Anne işim başımdan aşkın' diyerek teşekkür ettiniz.

50 yaşınızdayken o çok hastalandı, hafta sonunda onu görmeye gittiğinizde mutlu oldu.
Ona yaşlıların çocuk gibi nazlı olduğunu söyleyerek teşekkür ettiniz.

Derken bir gün..... o öldü.
O güne kadar onun için yapmadığınız ne varsa, o anda kalbinize bir yıldırım gibi duştu....

VE BİR HİKAYE:

'Evin telefonu sabaha karşı üç buçukta çaldı. Uyku sersemi adam telefonu açtı.
Telefondaki ses annesine aitti.
Telaşlandı, korktu başlarına bir şey mi gelmişti?
Annesi 'nasılsın oğlum iyi misin?' diye sordu.
Oğlu şaşkın bir ifadeyle 'iyiyim anne hayırdır bir şey mi oldu siz iyi
misiniz?' dedi.
Annesi 'biz iyiyiz bir şeyimiz yok sadece sesini duymak istedim' dedi.
Oğlu da 'anne bunun için mi aradın saat sabahın üçbuçuğu yarında
konuşabilirdik' diyince annesi de 'rahatsız mı ettim oğlum?' dedi.


Oğlu 'evet anne rahatsız ettin' diyince annesi

'30 sene önce sen de beni bu
saate rahatsız etmiştin, doğum günün kutlu olsun'

EĞER HALA SİZİNLEYSE, ŞİMDİ ONU HER ZAMANKİNDEN DAHA COK SEVİN
Kadın yerine oturur ve davalının avukatı kadına yaklaşır...
> - Bayan Jones... Beni tanıyor musunuz? Yaşlı teyze cevap
> verir :
> - Ah evet Bay Williams sizi çocukluğunuzdan beri tanıyorum.Siz taa o
> zamanlar bile aileniz için tam bir baş belasıydınız. Sürekli yalan
> söylüyorsunuz, karınızı komşunuzla aldatıyorsunuz, en yakınım
> dediğiniz insanların arkasından konuşuyorsunuz, 2 dolar fazla kazanmak
> için herkesi satarsınız...
> Davalının avukatı başta olmak üzere bütün salon şok olur.
> Adam ne yapacağını bilemez bir halde kadına tekrar sorar
> - Peki Bayan Williams, ya karşı tarafın avukatını tanıyor
> musunuz?
> Kadın yine cevaplar :
> - Elbette tanıyorum. Çocukluğunda ona dadılık yapmıştım..Tembel,
> ödlek ve alkolik adamın tekidir.. Etrafında bir tek dostu yoktur ve
> herkes onun hala geceleri altına kaçırdığını söylüyor.
> ..Yine herkes şokta.. Bütün salonu bir uğultu kaplar..
> Hakim kürsüye tak tak tak vurup herkesi susturur ve her iki
> tarafin avukatını da kürsüye çağırır ve ikisine de eğilmelerini
> söyleyerek kulaklarına şunu fısıldar...
> - Eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız ikinizi
> de harcarım.......

kahve

Her kahve aynı tadı taşımaz... Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona gore degişir...

Sahilde oturduğun rüzgarlı bir sonbahar günü, en sevdiğin dostun ağlarken içtigin kahvenin tadı kederlidir.. . Kahve telvesine yüreginin acısı karışır.

Bir pazar öğle sonrası annenin 'hadi bir kahve yap da içelim' dediği kahve huzurludur.. . Köpükler annenin göz bebeklerine yansır... Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir.. .

Bir gece vakti zil zurna sarhoş birinin içtiği kahve düşülen kuyudan çıkma cabasıdır... Koyu kıvamlı kahverengi bir ipe tutunur çıkarsın ... çıktığın an uyuyakalırsın. .. ferahlıktır!!!

Dostlarla içilen kahve neşedir... Kahkahalar köpüklerin üzerinde yüzer...

Tek başına gece vakti balkonda içtiğin kahve yalnızlıktır... Acıdır tadı... Ama garip de bir keyfi, lezzeti vardır...

Baban için yaptığın kahve sevgi doludur... çay bardağında, az şekerli...Kahve gibi görünmez sana... Ama sıcaktır dumanı tüter ve kokusu büyülüdür...

Beklemediğin bir anda sana uzatılan kahve baskadır... Isıtır insanın içini...

Yorgun olduğunda içtigin kahve hafifletir seni... Kendine getirir, unutturur günün ağırlığını...

Kahve aynı kahvedir belki... köpüğüyle, rengiyle, dumanıyla aynı kahvedir ama icilen kahveler ruhunun süzgecinden geçer ve tadlari degişir...
Her kahve aynı değildir bu yüzden...
Yaşlı kadın yatağından kalktı. Sabah ezanının insan ruhuna huzur veren
sesi oda içinde yankılanıyordu. 88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle
pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açması ile birlikte odaya ezan sesi ile
birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu. Penceresinden
gözüken Kurtuluş Parkına bakarak yaşlı ciğerlerine sabahın ılık esintisi
ile doldurdu. Abdestini aldı, sabah namazını kıldı. Mutfağa yöneldi.
Çayla birlikte bir iki lokma bir şeyler atıştırdı. Oturma odasına yöneldi.
Eski bir fiskos masasının yanındaki koltuğuna ilişti. Masanın üstü
çerçeveler ile doluydu. Bir tanesine uzandı, camının üzerinde titreyen
parmaklarını dolaştırdı. Çerçevenin içindeki fotoğrafta İstiklal madalyalı
kara yağız bir adamla, makyajsız olmasına rağmen güzelliği göz alan bir
kadın birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı. Yaşlı kadın "Günaydın Anne,
Günaydın Baba" dedi. Usulca yerine koyduğu çerçeveye bir bakış daha
attıktan sonra başka bir çerçeveyi eline aldı. Bu siyah beyaz fotoğrafta
da subay üniformalı bir adamla bir gelin yan yana duruyorlardı. Yaşlı
kadın çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü. "Günaydın Kocacığım" dedi. Kadın
bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra üçüncü ve son çerçeveye uzandı. Artık
gözlerinden yaş damlıyordu. Fotoğraftaki biri erkek diğeri kız çocuklara
bakıp "Günaydın Evlatlarım" dedi. Tüm çerçevelere kısaca göz atıp
"Sizleri, hepinizi çok özledim" dedi.


Gözlerinde biriken yaşları sildi. Artık ağlamak için bile yaşlı
hissediyordu kendini. Ağır ağır doğrulduğu koltuğundan eski telefonuna
doğru yöneldi. Ağır ağır numaraları çevirdi. Karşısına çıkan adama "Bir
taksi istiyorum" dedi ve adresi verdi. Kapısını kilitleyip, apartman
merdivenlerine yöneldi. Yıllarca çekmediği zorluk kalmamıştı ama şimdi bu
merdivenler hayatının en büyük engeli olmuştu. Ağır ve dikkatli bir
biçimde iniyordu. Sabırsızlanan taksi şoförünün çaldığı korna sokağı
inletiyordu. "Patlama be adam" dedi. Nihayet taksiye binebildi. "Teyze hoş
geldin" dedi 25-30 yaşlarındaki şoför. "Nereye gidiyoruz?" Kadın kısa bir
sessizliğin sonunda "Tüm bir gün beni taşırmısın?" diye sordu. "Sana 500
lira veririm." Adam küçümser bir gülümseme ile, "Mal sahibi benden her
gün 500 lira istiyor teyze" dedi.



Kadın gülümsedi


"O zaman sana 650 lira vereceğim ne dersin?"


"Kurtarmaz ama senin güzel hatırını kırmayayım. İlk önce nereye gideceğiz?"


"Anıtkabir'e"


"Anıtkabir'e mi?


"Evet"


"Tamam teyzeciğim"


"Yaş kaç teyzeciğim?"


"Seksen sekiz"


"Maşallah Allah uzun ömür versin teyzeciğim"


"Allah sağlıklı mutlu ömür versin oğlum"


"Haklısın teyzecim"


Taksi Anıtkabir'in kapısına gelmişti. Şoför "Teyzeciğim geldik" dedi.
Dalgın görünen kadın "Evladım burada yardımına ihtiyacım var" dedi.
"Benimle gel" Adam şaşırmıştı. "Tabii teyze" dedi. Kuşkulu gözlerle "Bizi
buraya alırlar mı?" diye sordu.


O ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda irkildi. Gözlerinden
ateş fışkırarak "Ne demek almamak? Sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?"
dedi


"Hayır"


"Kaç yıldır Ankara'da yaşıyorsun?"


"Ben Ankaralıyım teyze. Doğma büyüme"


"Ee o zaman"


"Ne bileyim bir kez okulla gelmiştik bayramda. Bayram olmayınca burası
kapalı sanıyordum ben"


Kadın sinirli bir şekilde kafa salladı.


Şoför utanmıştı. Mozoleye çıkan mermer merdivenlere kadar konuşmadılar.
Merdivenlere geldiklerinde Şoför kuşkulu bir şekilde


"Nasıl çıkacaksın Teyze?" diye sordu.


"Her ay nasıl çıkıyorsam öyle"


"Her ay geliyormusun?"


"Evet"


Uzun bir uğraşla merdivenleri çıktılar. Mozoleye doğru ağır ağır
ilerlediler. İçerisi çok serindi. Şoför büyük bir azimle yürümeye çalışan
kadının koluna girmişti. Kadının nefes alışları sıklaşmıştı. Nihayet
mozolenin önüne geldiler. Kadın şoförün kolundan ani bir hareketle
kurtuldu. Çantasını açtı. Tek bir karanfil çıkardı. Mozoleye doğru
ilerledi. Çiçeği mozoleye koydu. Şoför şaşkınlıkla olayı seyrederken
kadının ağzından şu sözlerin döküldüğünü fark etti. "Hayatım boyunca sana
verdiğim sözü tutmak için çalıştım" Ağır ağır geriye çekilen kadın
ellerini açıp Fatiha okumaya başladı. Şoför kısa bir şaşkınlığın ardından
ona katıldı. Kadın bir anlık suskunluktan sonra "Hadi gidelim" dedi.


Geldiklerinden çok daha ağır bir şekilde arabaya döndüler. Şoför kadının
durumundan endişelenmeye başlamıştı. "Yoruldun mu Teyze" dedi.


Kadın sustu. Bir süre suskunluktan sonra "Evet hem de çok yoruldum" diye
cevapladı.


"Nereye gidiyoruz?"


"Bankaya"


Şoför arabasındaki kadının herhangi biri olmadığını anlamıştı. Bu yaşlı
kadının Atatürk'e verdiği söz ne olabilirdi? En sonunda dayanamadı.


"Teyzeciğim bir şey sorabilirmiyim?"


"Sor bakalım evladım"


"Anıtkabir'de Atatürk'e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. O söz nedir?"


"Uzun hikaye evladım"


"Olsun be teyze anlat ne olur"


"Ben lisedeyken bizim okulumuza gelmişti Atatürk. Beni de ona çiçek vermek
için seçmişlerdi. Çiçeği verdiğimde bana ismimi sordu. Bende "Adalet"
dedim. Bunun üzerine "Ne güzel ismin varmış" dedi. "Okulu bitirince ne
olacaksın" dedi bana. Hemşire dedim. Oda "Güzel meslek ama bence sen Hakim
ol ismine çok yakışır" dedi. Ben kadından hakim olmaz ki dedim. Kaşlarını
çattı, "Sen istedikten sonra olur. Senden söz istiyorum hakim olacaksın"
dedi ."


"Sen ne dedin peki?"


"Mustafa Kemal emretmiş ne denir? Söz verdim."


"Peki olabildin mi Adalet Teyze?"


"Evet ben Cumhuriyetin ilk kadın hakimlerindenim."


"Vay be. Sende ne hikaye varmış Adalet Teyze"


"Herkesin bir hikayesi vardır evladım. Herkesin hikayesi de kendine göre
değerlidir. Eğer insanların hikayelerini bilip anlayabilirsen insanlara
daha anlayışlı davranabilirsin"


"Haklısın Adalet Teyze. Bu bankamı gelmek istediğin"


"Evet"


"Yardım edeyim mi? Bende geleyim mi?"


"Hayır. Sen burada bekle lütfen.Bu arada adın neydi evladım"


"Osman teyzeciğim"


"Tamam Osman. Beni 45 dakika kadar sonra buradan al olur mu?"


"Tamam teyzeciğim"


Adalet hanım bankadan içeri girdi. Osman öğlen saatinin
geldiğini fark
edip yemeğe gitti. Yemek boyunca Adalet hanımı düşündü. "Kim bilir neler
yaşamış, neler görmüştür" diye düşündü. Tam vaktinde bankanın önündeydi.
Adalet hanım 15 dakikalık gecikme ile geldi.


"Hoş geldin Hakim Teyze"


"Çok uzun zamandır bana Hakim denmemişti."


"Hoşuna gitmediyse söylemeyeyim?"


"Yok aksine hoşuma gitti. Sağol"


"Nereye gidiyoruz?"


"Seyranbağlarına"


"Tabii"


"Hakim Teyze çok yer gezmişsindir sen"


"Tüm Anadolu'yu karış karış gezdik rahmetli kocamla"


"Ne iş yapardı amca?"


"Subaydı."


"Ne zaman vefat etti?"


"1952'de"


"Çok olmuş.Gençmiş"


"Kore savaşında şehit oldu."


"Allah rahmet eylesin Hakim teyze"


' Sağol'


"Seyranbağları'na geldik nereye gideceğiz?"


"Sağa sap. İkinci binanın önünde dur."


"Tamam.Buyur Hakim Teyze.Geleyim mi ben"


"Yok bekle burada"


Osman beklemeye başladı. Bir ara merak etti. Binanın uzaktan
görünen
levhasına baktı. "Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu" yazısını okudu.
Anlam veremedi. "Bu kadın burada ne yapar ki?" diye düşündü.


Yarım saat sonra Adalet hanım göründü. Yanında orta yaşlı
kibar bir
hanım vardı. Adalet hanımı arabaya ağır ağır bindirdi. Kadın "Adalet Hanım
size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her zaman yanımızdasınız. Kızlarda
sizi çok seviyor. Ne olur arayı çok uzatmayın. Yine gelin" dedi.


Adalet hanım, buğulu gözlerle "İnşallah. Kızlara selamımı söyleyin. Bende
onları çok seviyorum. Onlara iyi bakın" dedi.



Araba hareket etti.


"Nereye Hakim Teyze?"


"Hemen iki sokak öteye"


Osman iki sokak ötede bu sefer başka bir binanın önüne park
etti. Bu
binada da "Ankara Seyranbağları Huzurevi" yazıyordu.


"Bekle beni"


"Tabii Hakim Teyze"


Yine 1 saate yakın bir bekleyişin sonunda bu sefer etrafında
bir çok
yaşlı kadın ve adamla çıkageldi Adalet Hanım. Sarılıp öpüştükten sonra
oradan ayrıldılar. Osman dikiz aynasından Adalet Hanım'ın gözlerinden akan
yaşları fark etti.


"İyi misin Hakim Teyze"


"İyiyim Osman. Eski dostları görünce insan bir hoş oluyor"


"Nereye gidiyoruz?"


"Cebeci Asri Mezarlığına"


"Tamam"


"Teyze nerelisin sen?"


"Aydın Sökeliyim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev hanımıydı. Sonra
Kurtuluş Savaşı oldu. Babam savaşa gitti. Söke işgal oldu. Biz dağlara
kaçtık annemle. Saklandık dağ köylerinde. Savaş bitince Söke'ye döndük.
Allah'a Şükür Babam'da sağ salim döndü savaştan."


"Sonra ne oldu?"


"Liseye Aydın'a gönderdi babam. Orada Atatürk'le karşılaştım. Sözümü
tutmak için İstanbul'a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada rahmetli
eşimle karşılaştım. O Harbiye'de okuyordu o zaman. Mezun olunca
evlendik.."


"Çocuğunuz var mı?"


"Bir kızım bir oğlum vardı."


"Neredeler şimdi?"


"Oğlum dışişlerinde çalışıyordu."


"Ne güzel"


"1978'de Fransa'da Ermeniler öldürdüler."


"Üzüldüm Hakim Teyze. Başın sağ olsun.. O da babası gibi şehit oldu yani"


"Evet. Şehit babanın şehit oğlu. Allah kimseye evlat acısı vermesin."


"Amin. Ya kızın?"


"O eşi ve çocukları ile İzmit'te yaşıyordu. Öğretmendi. 1999'da depremde
hepsi vefat ettiler."


"Allah rahmet eylesin.Boş boğazlığımla üzdüm seni Hakim Teyze kusura bakma"


"Sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım.Sen üzülme sağol"


"Geldik Teyze"


"Tamam evladım. Al işte paran artık gidebilirsin."


"Hakim teyze buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyeyim eve bırakayım."


"Yok beni alacaklar buradan"


"Hakim Teyze bu para fazla. Kusura bakma ben sana yalan söyledim. Taksinin
sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350 'yi ona veririm. Gerisi
kalsın. Bende para istemem. Bugün senden aldığım hayat dersinin parasal
karşılığı yok zaten."


"Çocukların var mı?"


"İki tane ellerinden öperler." Taksinin güneşliğinden çocuklarının
resimlerini çıkarıp gösterdi.


"Adları nedir?"


"Kemal ve Ayşe"


"Oğlumun adı da Kemaldi."


Sessizliğin ardından Osman'ın elindeki parayı ittirdi Adalet Hanım..


"Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama yalansız, dolansız, çok
çalışarak helal lokma ile büyüt ve okut. Atatürk'ün bana yaptığı gibi
içlerindeki gücü fark etmelerini sağla. Bir de vatanını, milletini
sevmelerini öğütle onlara."


Osman Adalet Hanımın ellerine sarılıp öptü. Ona iyi evlatlar
yetiştireceğine söz verdi. Adalet hanım mezarlığın kapısından ağır ağır
içeri girerken; Osman yaşlı gözlerle onu izliyordu. Hayatının en büyük
dersini kendisi küçücük, yüreği yaşadığı acılara rağmen kocaman ve güçlü
bu yaşlı kadından almıştı. Osman arabasını mal sahibine götürmeye karar
verdi. Bu gün daha fazla çalışamazdı.


Ertesi gün Ankara'da garip bir yağmur yağıyordu. Sanki gök delinmişti.
Osman taksiyi mal sahibinden almış, durağa gelmişti. Çay ocağının yanında
duran gazeteyi aldı. İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi.. Siyaset
doluydu gazete. Hiç anlamazdı. Sıkılıp adli olayların yer aldığı üçüncü
sayfayı açtı. Taksiciler arkadaşları ile ilgili kötü haberleri genellikle
oradan alırlardı. Göz gezdirirken bir haber dikkatini çekti.


"Dün gece geç saatlerde Cebeci Asri mezarlığında bulunan cesedin
Cumhuriyet tarihinin ilk Kadın Hakimlerinden Adalet YILMAZ'a ait olduğu
belirlendi. Adalet YILMAZ'ın bulunduğu yerdeki mezarların eşine ve oğluna
ait olduğu belirlendi. YILMAZ vefat ettiği gün bankadaki tüm parasını
çektiği, bu parayı ikiye bölerek Seyranbağları'ndaki bir kız yetiştirme
yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi. Polis, Adalet YILMAZ'ın
mezarlığa ölmek için gittiğini düşünüyor."


Osman bir anda sarsıldı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Taksici
arkadaşları hiçbir şey anlamadılar. Bir daha da hiç anlatmadı Osman bu
yaşadıklarını. Herkesin tek bildiği Osman'ın bardaktan boşanırcasına yağan
yağmur altında "Gökler bile sana ağlıyor" diyerek ağladığı...
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ BAŞKANI PROF DR .ERKAN TOPUZ TARAFINDAN DİLE GETİRİLEN YAPILACAK VE YAPILMAYACAKLAR LİSTESİ :

1.
GÜNDE EN AZ 6-7 SAAT KARANLIK ODADA UYUMAK GEREKİR.

2. HAFTADA EN AZ 6 GÜN ERKEN YAT ERKEN KALK

3. ELEKTRONİK ARAÇLARDAN UZAK DUR KULANMADIĞINIZ ZAMAN AÇIK VE YANINIZDA TUTMAYINIZ.

4. BİLGİSAYARINI AÇIK TUTMA

5. TELEFONDA KISA KONUŞ

6. CEP TELEFONU İLE KONUŞMAN 30 SANİYEYİ GEÇMESİN

7. ŞAMPUANLAR VE DUŞ JELLERİ KANSEROJEN. VÜCUDUNUZU SABUNLA TEMİZLEYİN VE BOL BOL DURULANIN

8. ZAMAN ZAMAN YALIN AYAK TOPRAKTA YÜRÜYÜN

9. GİYDİĞİNİZ TERLİĞİN LASTİK- PLASTİK OLMAMASINA DİKKAT EDİN

10. GECE UYURKEN ODADAKİ TELEVİZYONU BİLGİSAYARI VS FİŞTEN ÇEKİN VEYA ANA DÜĞMESİNDEN KAPATIN

11. CEP TELEFONUNUZU GECE UYURKEN YATTIGINIZ ODADA BULUNDURMAYIN

12. HAFTADA 4 KEZ BALIK YE VE BALIK ÇORBASI İÇ BALIĞIN KILÇIĞI KANSER ÖNLEYİCİDİR. MÜMKÜNSE BALIĞI KILÇIĞI İLE YE

13. ZERDAÇAL (KÖRİ) Yİ BOL BOL KULLAN SALATALARINA EK, ÇORBANA KÖFTENE KOY VS

14. GÜNDE İKİ BARDAK DOMATES SUYU İÇ

15. KEPEK EKMEĞİ VE EKMEĞİN KABUĞUNU YE

16. TUZ KULANMAK İSTİYORSAN KAYA TUZU KULLAN

17. ZEYTİNYAĞI FAYDALI SABAH KAHVALTISINDA BİR ÇORBA KAŞIĞI ZEYTİNYAĞININ İÇİNE KEKİK, NANE, KÖRİ, KOYUP YE

18. ESMER PİRİNÇ TÜKET

19. ZEYTİN ÇOK YARARLI BOL BOL TÜKET

20. YAĞSIZ PEYNİR VE KEÇİ PEYNİRİ YE

21. HAFTADA EN ÇOK İKİ KEZ KIRMIZI ET YE

22. ÇAY ÖNERİSİ-YEŞİL ÇAY+BÖĞÜRTLEN+ISIRGAN+LİMON KABUĞU NU KARIŞTIR KAYNAT GÜNDE İKİ KUPA İÇ DİKKAT BUNU İLAÇ ALMAYAN İNSANLAR İÇEBİLİR

23. EĞER HİÇ BİR İLAÇ İÇMİYORSANIZ VEYA İLAÇTAN 6 SAAT SONRA BİR SU BARDAĞI GREYFURT SUYU İÇİN

24. BİTKİSEL OTLARI ALIRKEN İNTERNETTEN ALIŞVERİŞ YAPMAYIN-TARIM BAKANLIĞI ONAYI OLANLARI ECZANELERDEN ALIN

25. SENTETİK YASTIK YORGAN KULLANMAYIN PAMUIK YORGAN YASTIK DAHA SAĞLIKLI

26. ÖZELLİKLE BEYAZ İÇ ÇAMAŞIRLARINIZI KAYNATMADAN GİYMEYİN ÇÜNKÜ BEYAZLATICI MADDE KANSEROJEN BİR MADDEDİR

27. MUTFAKTA TEFLON BULUNDURMAYIN CAM-ÇELİK-PORSELEN KAPLARDA PİŞİRİN

28. SENTETİK MALZEME İÇEREN HALI KULANMAYIN

29. AYAKKABI İLE EVDE DOLAŞMAYIN

30. ORGANIK ÜRÜNLER TÜKETİN EN AZINDA SEBZE MEYVEYİ MEVSİMİNDE TÜKETİN

31. FASTFOOD KANSEROJENDİR

32. ACI BİBER KANSERE ÇAREDİR

33. HAFTADA EN AZ BİR KÖY YUMURTASI TÜKETİN VE ÖZELLİKLEDE BEYAZINI DAHA ÇOK TÜKETİN

34. ELMA SİRKESİ MERTABOLİZMAYI HIZLANDIRIR GÜNDE BİR TATLI KAŞIĞI İÇİN
( kadınlarda kemik erimesine sebep oluyor. dikkat edin)

35. HER SABAH AÇ KARINA BARDAK ILIK SU TÜKETİN

36. KURU ERİK, BÖĞÜRTLEN, ÇİLEK TÜKETİN

37. HAVUZLARDA KULLANILAN KLOR KANSEROJENDİR EĞER GİRERSENİZ DE HEMEN DUŞ ALIN

38. İÇME SUYU-İSTANBULDA ŞU ANDA BELEDİYENİN SUYU İÇİLEBİLİR EĞER SATIN ALIYORSANIZ 3 AYDA BİR MARKASINI DEĞİŞTİRİN

39. KIZARTMA YEMEYİN HAŞLAMA BUĞULAMA YENMELİDİR

40. MİKRO DALGADA FAZLA ISITMA

41. YANMIŞ YİYECEKLER KANSEROJENDİR

42. DİŞ FIRÇALARKEN KURU FIRÇAYA MACUNU KOY FIRÇALA SONRA DURULA

43. KURU TEMİZLEME KANSEROJENDİR

44. DOMATES ORGANİKSE VEYA MEVSİMİNDE KANSER ÖNLEYİCİDİR

45. ELMAYI KABUĞU İLE YE

46. SEBZEYİ MEYVEYİ ÖNCE ELMA SİRKELİ SUDA 20 DAKİKA BEKLET SONRA DURULA YE VEYA KULLAN

47. BROKOLİ, KARNIBAHAR, ISPANAK, LAHANA. KIRMIZI TURP, KARA TURP, HAVUÇ, MAYDANOZ, REZENE, TERE TÜKET

48. EN YEŞİL, EN KIRMIZI, EN SARI OLAN YİYECEKLERİ YE

49. YEŞİL ÇAYI GÜNDÜZ TÜKET

50. KARA ÜZÜM, KARADUT, BÖGÜRTLEN ŞURUBU, ANANAS TÜKET

51. ÇİN ÜRETİMİ HİÇ BİR ŞEY KULLANMA ŞU ANDA MADE İN CHİNA YERİNE PRC (PEOPLE REPUBLİC OF CHİNA) YAZIYORLAR DİKKATLI OL.

52. SÜT YERİNE AYRAN VE YOĞURT TÜKET ÇÜNKÜ SÜTE HAYVANIN GÜBRELİ YEDİĞİ OTLARIN KALINTILARI KARIŞABİLİYOR

53. FINDIK, FISTIK, CEVİZ KABUKLU AL KIR ÖYLE GÜNLÜK BİRAZ TÜKET

54. MEVSİMİNDE ÇEKİRDEKLİ KARPUZ ÇOK FAYDALI


55. ŞARABA BÖCEK İLACI KARIŞIYOR O NEDENLE KANSEROJEN, BİRA KOLON KANSERİNİ ARTIRIYOR, BUNLAR YERİNE KARA ÜZÜM YE

56. MEYVE SUYU YERİNE TAZE MEYVE TÜKET MEYVE SUYU ŞİŞMANLATIYOR

57. HAREKETLİ HAYATI TERCİH ET

58. OKSİJENLİ ORTAMDA GÜNDE EN AZ YARIM SAAT 45 DAKİKA YÜRÜ

59. SİGARA İÇİYORSANIZ YÜZDE 85 VEYA 90 AKCİGER KANSERİ OLACAKSINIZ VE KALP KRİZİ GEÇİRECEKSİNİZ DEMEKTİR.
SIGARAYI BIRAKINCA VÜCÜT 10 YILDA YENİLENEBİLİYOR. HEMEN SİGARAYI BIRAKIN. BIRAKINCA KIRMIZI OLAN ÜRÜNLERİ TÜKETİN MEYAN KÖKÜ VE KARA MEŞENİN KABUĞUNU EZİP TOZ OLARAK ALIN BU VÜCÜDUN DAHA KOLAY TEMİZLENMESİNİ SAĞLIYOR . 2015 YILINDA 9 MİLYON KİŞİ AKCİĞER KANSERİ OLACAK. YİRMİ SANİYEDE BİR KİŞİ AKCİĞER KANSERİ OLUYOR.

60. AKCİGER KANSERİ BELİRTİLERİ OMUZ AĞRILARI, YÜKSEK ATEŞ, ÖKSÜRÜK VE KANLI BALGAMDAN ANLAŞILIR.

61. STRESTEN UZAK DURUN KANSERİ TETİKLİYOR: YOĞA,

62.
TANRIYA INAN , DOKTORA INAN, AİLE SEVGİSİNE BAĞLILIK GÖSTER Kİ STRESİN ETKİLERİNİ MEN ET

63. ÜZÜM ÇEKİRDEĞİ VE KETEN TOHUMU GÜNDE BİR TATLI KAŞIĞI TÜKET

64. GÜNDE BİR SU BARDAĞI AKŞAMLARI KEFİR TÜKET GÜNDE BİR KEZ BÜYÜK APDESTE ÇIKILMASI GEREKİR EĞER OLMUYORSA İLERDE KOLON KANSERİ OLMA OLASILIĞI YÜKSEKTİR. BUNA DİKKAT ET

65. MENAPOZDAKİ KADINLARIN VÜCUDUNDA ÖDEM OLUR BUNU ATMAK İÇİN KİRAZIN SAPI+MISIR PÜSKÜLÜ+MAYDONEZ SAPI KÖKÜ+DEFNE YAPRAĞINI 5 DAKİKA SICAK SUDA BEKLET İÇ GÜNDE EN ÇOK İKİ KUPA OLARAK BU BİRİKEN ÖDEMİ ATIYOR

66. BEYAZ UN BEYAZ ŞEKER VE TUZDAN UZAK DUR

67.HALSİZ HİSSEDİYORSANIZ GÜNDE BİRER ADET B VE C VİTAMİNİ AL

68. KANSER HASTALARI DOKTORUNA DANIŞMADAN HİÇ BİR BİTKİSEL OT KULLANMAMALIDIR. İLAÇ İÇİYORSA ASLA OT KULANMAMALIDIR .

69. BÜTÜN PETROL ÜRÜNLERİ KANSEROJEN. KULANDIĞINIZ HER ŞEYİN PETROL ÜRÜNÜNDEN YAPILIP YAPILMADIĞINI SORGULAYIN

70. SAÇ DÖKÜLMESİNE KARŞI :

1 FİNCAN ZEYTİNYAĞI+YARIM FİNCAN SUSAM YAĞI+ 1 YEMEK KAŞIĞI DEFNE YAĞINI KARIŞTIR SAÇ DİPLERİNE SÜR İYİCE OV, STREÇ BAŞLIK TAK, YARIM SAAT SONRA YIKA BUNU 3 GÜNDE BİR YAP.

Burçlar nasıl özür diler




Burçlar nasıl özür diler, nasıl gönül alır hiç merak ettiniz mi? Cevabınız evetse işte cevabı.

KOÇ:
Bir kere butun Koc'lar dunya şekeri
olduklarina inanirlar.. ozur dilemelerini gerektiricek
bişey yaptiklarini ya da soylediklerini hic
duşunmezler.. o yuzden dizlerinin ustune cokmek yerine
basitce "ozur dilerim" derler.. bundan ne azi ne fazlasi

BOĞA:
Bir hata yaptiklarinda insanlarla yuzyuze bakmaya
cok cekinirler.. hem zaten olan olmuştur.. o yuzden
Bogalarin ozur dilemedikleri icin kaybettikleri cok
arkadaşlari vardir

İKİZLER:
Ikizler her ne yapmiş olurlarsa olsunlar,
konuyu iyice derinlemesine bi ara$tirirsaniz mutlaka
hakli cikacaklardir.. hakli olduklarini duşunmuyosaniz
demek ki konunun yeterince derinine inmemişsiniz o da
sizin sorununuz

YENGEÇ:
Bir Yengec'in ozur dilemesini bekliyosaniz buna
pişman olursunuz... her konuyu mutlaka kendi taraflarina
cevirmeyi bu kadar iyi beceren başka bir burc daha
yoktur... sonunda bir bakmişsiniz yalvar yakar olan
sizsiniz.

ASLAN:
Bir aslan hatasini telafi etmek icin elinden ne
geliyorsa yapar.. size cicekler alir, evinizin
karşisindaki duvara kocaman harflerle BENI AFFET yazar,
ayaklariniza kapanip yalvarir..... sonunda affettiginiz
zaman kis kis gulmeyi de ihmal etmez tabi, ne de olsa
ona karşi koymak ne mumkun.

BAŞAK:
Başak hata yaptigi zaman ozur dilemekten
cekinmez, ama bunu ne zaman yapacagini kendi kafasindan
planlar.. herkesi kendileri gibi sandiklari icin
boyledirler.. onlara gore iş işten gecmiş olsa bile
sonucta ozur dilemiş midir, dilemiştir.

TERAZİ:
Hata yaptiklari zaman bunu itiraf etmeye
cekinmezler.. o kadar ictendirler ki zaten ozur dilerim
demelerine firsat kalmadan siz affettiginizi soylemiş
olursunuz.

AKREP:
Ozur dilemenin bir formalite olduguna inanirlar..
o yuzden bir telefon acmak ya da karşiniza alip konuşmak
yerine kart ya da mail yoluyla ozur dileyen insanlarin
cogu bu burctandir.

YAY:
Yay'larin kitabinda pişmanlik, ozur gibi $eyler
yazmaz.. hatasiz kul olmaz şarkisi onlarin hayat
felsefesidir. Başkalari onlara yanliş bişey yaptigi
zaman da ayni tavri korurlar, cifte standart yapmazlar
yani..

OĞLAK:
Onlardan basit bir "ozur dilerim"le
kurtulamazsiniz.. uzuuuun bir aciklama beklerler.. 7
sayfalik bir savunma yazip da sonunda onu tatmin
edebilmişseniz ne mutlu.

KOVA:
Dunya tatlisi insanlardir.. hata yaptiklarini
bilir ve saniyesinde durumu kurtarmak icin bişeyler
duşunurler.. genelde de başarirlar .

BALIK:
Kolay kolay ozur dilemezler cunku onlara gore
herkesin olaylara bakiş acisi farklidir.. bir Balık ve
ozur dilemek ha? şansinizi zorlamayin.

İnsanın ortak kaderi doğum, ölüm ve o aradaki zaman, yaşam...
Doğmak, ölmek isteğe bağlı değil...
Ölmek, belki bazen.
Bize düşen yaşamak. Koşullar ne olursa olsun yaşamak... Ayakta kalmak...

Hadi sıyırttın sıyırttın, hayatta kalabildin zar zor...Uzun yaşamak,
bir ayrıcalık. İyi, güzel... Ama ayakta kalmak, kalabilmek. Ceza! Müthiş
bir ceza!

İlkokuldaydım, birinci sınıfta. Hiç unutmadığım bir cezaya
çarptırıldım.
Karatahtanın önünde, sırtım sınıfa, yüzüm karatahtaya dönük, ders
bitimine kadar kıpırdamadan ayakta durmak...
Utanıyorum, midem bulanıyor. Ölmek istiyorum.
Herkesten nefret ediyorum, herkes ölsün istiyorum.
Sonra bir ara cebimdeki kabarıklığı hissediyorum: Kabak çekirdeklerim!

Bir kuruşluk kabak çekirdeği almıştım, bir tane bile yemedim.
Mahmut'la (benden birbuçuk yaş büyük ağabeyim; üçüncü sınıfa
gidiyor) eve giderken yiyecektik. Evimiz taa tepede, Abidin Paşa Köşkü'nün orada.

Bahardı...Bademler açmış, tepeye giden toprak yol bomboş.
Ev yok pek. Apartman hele hiç yok. Göz alabildiğine tarla.
Papatyalar,
gelincikler.
Hadi be sen de!.. Ne diye ölecekmişim... Mati'cigimle güzelim dağ yolunda
çekirdek yiyerek, konuşa gülüşe eve gitmek varken!

Şimdi dönüp geriye baktığımda, hep çekirdek misali umutlar peşinde
ayakta kalabildiğimi görüyorum.

Öleceğimi bile bile bir çekirdek uğruna bu kadar çaba, çırpınma!
Değer mi?..
Birşey yap, Met'i anımsıyorum, sevgili Aziz Nesin'i... İçim
ısınıyor yeniden.

Kalk hadi diyorum, durma koş, birşeyler yap. Yaşa...
Dur diyorlar bir yandan da, koşma...
Yeter dinlen artık.
Koşma...
Öl artık!
Ama çekirdeklerim bitmedi ki daha...'

Yıldız Kenter
Talihsiz adam!
Üzgün ve pısırık görünüşlü bir adam barda tünemiş oturuyormuş. Önünde bir türlü içemediği bir içki bardağı, suratı asık..
O sırada barın kapısı açılmış. Külhanbeyi tavırlı Temel, sert adımlarla barın tezgâhına doğru yürümüş ve pısırık adamı iteleyerek tabureye oturmuş.
Hiç soru sormadan adamın önündeki içki kadehini alıp başına dikmiş. Elinin tersiyle ağzını kuruladıktan sonra, 'Ne o, neden böyle surat asıyorsun, Karadeniz'de gemilerin mi battı?'
'Sorma, ben çok talihsiz bir adamım' demiş pısırık.
'Neden?' diye sormuş Temel .
Cevaplamış pısırık:
'Bu sabah karımla kavga ettik, beni evden kovdu. O sinirle işe geç kaldım. Patronum zaten bahane arayıp duruyordu, beni işten attı. İşten çıktım, yolda yürürken araba çarptı. Eve gideyim, belki karımla barışırız dedim, eve gittim ve karımı başka bir erkekle yatakta yakaladım. Bu kadarı da fazla artık dedim, kendimi öldürmeye karar verdim. Tabancayla vuracaktım, silah tutukluk yaptı... Asmaya kalktım, ip koptu. Doğalgazla öleyim dedim, faturayı ödemediğim için gaz kesikti. Eczaneden fare zehri aldım, buraya geldim, içki bardağıma koydum. Onu da geldin sen içtin. Off... Offfff...'

Düello



İki farklı kutupta yaşadıklarını düşünen iki kadının düellosudur bu.

"Ev Kadını–Çalışan Kadın'a Karşı"

ya da

"Çalışan Kadın–Ev Kadını'na Karşı"

Çalışan kadının iç sesi ve ev kadını hakkındaki düşünceleri:

İlkokul birinci sınıftan bu yana sabahın erken saatlerinde evden çıkıp, servise binip, bir yerlere gidiyorum. Hayatımın üçte ikisi okulda, üçte biri de iş yaşamında geçti. Karlı bir günde pencere kenarında kahve içmeye, yani evimin sıcaklığına hasretim. Şöyle zengin bir koca bulamadım ki, biraz rölantide yaşayayım hayatımı. Hep çalışmak, hep çabalamak zorundayım.

Ev kadını olmak ne büyük bir lüks kim bilir.

Eğer ev kadını olsaydım;

Dilediğim an yan gelir yatar, dilediğim zaman yemek yapardım. O gün biraz kafam mı bozuk, "boşveeeer" der, komşuya kahveye giderdim. Çocuklarımı okula gönderdim mi, evimin tek efendisi ben olurdum.

Marketten ıspanak almaya gitmek, o günün programı olurdu. Zamanın efendisi olurdum ne de olsa. Bütün gün benim olurdu. Acele etmeme, öğle tatilinde market alışverişi yapmama, iş çıkışı koşa koşa kaş aldırmama gerek kalmazdı. Çocuğumun ne yediğini, ne giydiğini, ilaçlarını içip içmediğini, kakasının rengini bir başkasından duymama gerek kalmazdı. İki toplantı arası telefona sarılıp, yarın gidilecek doktor randevusunu organize etmek zorunda kalmazdım.

Kocamın ay sonunda getirdiği paraya razı olurdum. Belki de zaten hepimize yetiyor olurdu bu aylık. Hele bir de arabam varsa altımda, değmeyin keyfime. Bu kuaför senin, bu sinema benim gezer dururdum. Para nasıl kazanılıyormuş diye düşünmeden harcamak ne büyük bir ayrıcalık olurdu.

Çocuğum olunca "efendi"liğim katlanarak büyürdü, eğer ev kadını olsaydım. Biraz emzirir, biraz uyurdum. Biraz ütü yapar, biraz uyurdum. Ben yan gelip yattıkça, birileri benim arkamı toplardı nasıl olsa.

Her daim çocuğumun yanında olabilirdim. Hasta olduğu günlerde, o günkü "kahve" programımı iptal etmem yeterli olurdu. Özel izin belgeleri alıp, amirime onaylatmak zorunda kalmazdım. Kimseye hesap vermezdim.

Eğer ev kadını olsaydım,

Çalıştığım ve çocuğumdan ayrılmak zorunda kaldığım için psikolojik baskı altına alınmazdım. Oğlumun beni özlediği anlarda "Annem beni hep bırakıp gidiyor" sözlerini gereğinden fazla ciddiye alıp, "hakkında şikayet var" diyerek sinirlerimi yıpratanlara meydan okuyabilirdim.

Ev kadınları, bayram sabahında, kendi yaptıkları cevizli kadayıfı misafirlerine ikram ederken, ben evimi taşıyor olmazdım. Her bir tatil gününü, bir şeyler halletmek için bir fırsat olarak görmez, bizi anlamayıp hep kendi kapılarının çalınması bekleyenlere böyle uyuz olmazdım.

Eğer ev kadını olsaydım,

Dünyanın efendisi, evimin kraliçesi olurdum.

Ev kadınının iç sesi ve çalışan kadın hakkındaki düşünceleri:

Okul bittiği günden beri yan gelip yatıyorum. Yat, yat, yat. Nereye kadar? Kilolarım gitmek bilmiyor. Popom nasıl da büyüdü.

Bir can sıkıntısı, bir iç patlaması yaşıyorum ki sormayın.

Dağ gibi ütü var beni bekleyen. Elim kalkmıyor, gözüm açılmıyor. Esneye esneye akşamı ediyorum. Çocuk gürültüsü de cabası.

Bir gün üst komşuma, bir gün alt komşuma gitmekten de sıkıldım. Her gün aynı muhabbet.

Eğer çalışıyor olsaydım, hayatta bir amacım olurdu. Çocuk doğurmak ve ev işleri yapmaktan öte bir amaç. Kendim için var olduğumu hissederdim o zaman. Sabahları uyanmak için bir sebebim olurdu. Her gün "Acaba bugün ne giysem?" diye düşünürdüm. Kendime yeni giysiler alır, keyifle alışveriş yapardım.

Gündüz evden uzaklaşmak bana iyi gelirdi. Bütün gün bahçede oturup, başkalarını çekiştiren kadınlardan biri olmazdım. Bütün gün ilgileniyor muyum sanki çocukla. Sıkılıyorum hep aynı evcilik oyunlarını oynamaktan. Çocuğumla gerçekten sevgi dolu bir ilişkiyi paylaşabilirdim, sınırlı olan zamanda.

Apartman komşuları dışında da arkadaşlarım olurdu. Bazıları beni arkamdan vurmaya çalışsa da olsun, bu da bana bir tecrübe olurdu.

Köreliyorum böyle evde otur otur. Artık eskisi gibi gülümseyemediğimi fark ediyorum. Kendime güvenimi kaybediyorum zaman zaman. Hiçbir işe yaramadığımı düşünüyorum.

Eğer çalışıyor olsaydım, ara sıra iş seyahatlerine giderdim. Evimi ve ailemi ne kadar özlesem de, yeni yerler görmenin ve yeni insanlar tanımanın sevincini kendime katarak, daha mutlu dönerdim evime.

Her şeyden önemlisi kendi paramı kazanıyor olurdum. Her ay posta kutumuza atılan kredi kartı çıktılarını tek tek inceleyen kocama sinir olmazdım.

"Evimin direğine bir şey olursa ben ne yaparım?" endişesini duymaz, kendime daha çok güvenirdim. Bu güvencenin, evlerimizi tozdan arındırmaktan çok daha önemli bir misyonu olduğunu bilirdim.

Eğer çalışıyor olsaydım,

Dünyanın efendisi, hem evimin hem de iş yerimin kraliçesi olurdum.

...

Bu böyle uzar gider.

Velhasıl,

Bu iki kadın, her daim birbirine sinir olur.

24 Aralık 2008

Herhangi bir trafik kazası sonrasında, bir hastaneye (özel veya devlet) gittiğinizde veya getirildiğinizde, size veya yakınlarınıza (2918 no'lu yasayı bilmediğiniz zannedilerek):

'Yapılacak müdahele ve tedavi ücretlerini ödeyeceğinize dair şu belgeyi imzalayınız' teklifi ile karşılaşabilirsiniz.

Ancak, siz:

'Bu formun altına, bu belgeyi imzalamazsam, bana müdahele edemeyeceğinizi ve tedavimin yapılamayacağını yazın ve imzalayın!' dediğiz anda…

HASTANENİN BÜTÜN İMKÂNLARI SİZİN İÇİN SEFERBER OLACAKLAR

Trafik kazası sonucu yaralanan ve hastaneye kaldırılarak tedavi altına alınan kazazedelerin, 2918 sayılı kanuna göre tedavi için hiçbir ücret ödememesi gerekiyor (Madde: 98 ve Madde: 108).

Yönetmeliğe göre, 'hastane acil servisi' kendisine gelen kazazedenin maddî durumuna, sosyal güvencesi olup olmadığına ve hastanın özelliklerine bakmadan gereken tedaviyi ve müdahaleyi herhangi bir ücret talep etmeden, yapmak zorunda. Bu tedavi sonucu oluşan masraflar, 'T.C. Sağlık Bakanlığı Karayolları Döner Sermaye İşletmesi' tarafından karşılanmaktadır (Madde: 08).

HASTANELERİN BU MADDELERDEN Bİ HABERMİŞ GİBİ VATANDAŞTAN PARA TALEP ETMEYE HAKLARI YOKTUR!
TRAFİK MAĞDURLARI YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA DERNEĞİ

SAGLIK OLSUN!


Öyle sabah uyanir uyanmaz yataktan firlama!
Yarim saat erkene kurulsun saatin!
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandim diye sevin..
Penceri aç, yagmur da olsa, firtina da olsa
nefes al derin derin..
Yüzüne su çarpma, adamakilli yika yüzünü serin serin!
Geceden hazir olsun, yarin ne giyecegin..
Ona harcayacagin vakitte bir dilim ekmek kizart
Çek kizarmis ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltinin keyfine..
Ayakkabilarin boyali olsun, kokun mis,
önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin
Çik evinden neseyle, karsina ilk çikana gülümse,
aydinlik bir gün dile!
Sonra kos git isine, dünden, önceki günden, hatta daha da
eskiden yarim ne kadar isin varsa hepsini tamamla,
ohhh söyle bir hafifle..
Bir güzel kahve ismarla kendine,
seni mutlu eden sesi duymak için alo de
Hiç isin olmasada ögle üzeri disari çik
Yagmur varsa islan, günes varsa isin,
hatta üsü hava soguksa
Yürü, yürürken saga sola bak,
öylesine degil, görerek bak!
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen oksa.
çocuk görürsen yanagindan makas al..
Sonra, söyle bir düsün, kimler sana yol açti,
sen çok darda iken kimler seni ferahlatti,
hani kapini kimsenin çalmadigi günlerde
kimler kapini tiklatti?
Ne kadar uzun zamandir aramadin onlari degil mi?
Hadi hemen ugrayabilirsen ugra, arayabilirsen ara
Hatirlarini sor, öyle laf olsun diye degil,
kucaklar gibi sor..
Bu sadece onlarin degil, senin de yüregini isitacak,
yüzünde güller açtiracak..
Günün güzeldi degil mi? Aksamin da güzel olsun..
Yemegin ne olursa olsun, masanda illaki kumas örtü olsun..
Saklama tabaklari, bardaklari misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada!
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele degil,
vazife yapar gibi hiç degil,
söyle keyife keyif katar gibi,
lezzete lezzet katar gibi, eksik biraktiklarini
tamamlar gibi tadina var aksaminin..
Gece evinde, dostlarin olsun
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun..
arkadasim, hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illaki saglik olsun!

CAN YUCEL

Barbaros bulvarında olmuş bir olay... Arkadaşlarla öyle Barbaros bulvarında
yürüyorduk. Bir anda yanımızdan son sürat bir minibüs geçti. Biz 'Freni
patladı' filan demeye kalmadan, minibüs kafadan elektrik direğine bindirdi.
Hemen koştuk, yardım edelim diye. Minibüse ulaştığımızda manzara şuydu:
Yolcuların kiminin kası açılmıs, kiminin dudağı patlamış... Dağılmış
vaziyetteler yani. Ama bir tuhaflık var. Çünkü o hallerine rağmen,
gözlerinden yaşlar gelecek şekilde gülüyorlar. Biz ne yapacağımızı şaşırdık.
'Ne oldu?' diye sorduk. Bir iki tanesi, güçlükle 'Şoför, şoför...'
diyebiliyor ama yine gülmeye başlıyorlar. Bu şaşırtıcı manzaranın aslını
öğrenebilmek için 2,3 dakika geçmesi gerekti. Meğer şoför, tükürürken
minibüsten düşmüş. Hani, bizim şoförlere özgü, giderken kapıyı açıp dışarı
tükürme hareketi vardır ya. Baba, dengeyi tutturamamış, tükürükle beraber,
gümbürt aşagı düşmüş. Minibüs de kontrolden çıkıp direğe bindirmiş.

22 Aralık 2008

tembellik anayasası

19 Aralık 2008

SUSMAYI ÖĞRENDİM

Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım.
Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı.

Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben bütün gün evde sıkılır, onun
gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla
oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi.
Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla.

Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da
bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan
bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!' derdi. Annem de 'Bütün gün zaten
seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksın babanla?' diye
çıkışır, beni odama gönderirdi.

Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım.
Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne
istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de bir
odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte
otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret
edemezdim.

Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon
seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli
birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup
oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı.

Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak
yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım. Önce resim yaparak başladım
işe.

Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; 'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.'
diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam
afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. 'Son
günlerde ne de akıllandı benim oğlum.' diye komşulara anlatıyordu annem halimi.

Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem 'Odanı topla!'diye
odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum.

Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum.
Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım.' dedi bir gün.

Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da
elimden alırsa ben ne yapacaktım?

Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı
kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur
oturmaz çizdiğim resmi getirdim.

Babam baktı. Hım, dedi 'Çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde.' dedi.

Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim.

O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.'dedi.

Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız
da annem.' dedim.

Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi.

Heyecanla başladım anlatmaya.

Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp
küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze
gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım.

Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından
sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde 'Hadi
odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de bağıracağım
'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye.

Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

Duyduklarına inanamıyorlardı ..

Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar
konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.



Farkında Olmalı İnsan...

Kendisinin, Hayatın, Olayların, Gidişatın
Farkında
Olmalı.



Ömür Dediğin Üç Gündür, Dün Geldi Geçti, Yarın Meçhuldür, O Halde Ömür
Dediğin Bir Gündür,

O Da Bugündür.


Huriye, Nuriye ve Düriye 75-80 yaslarinda, çok eski üç arkadastir.
Birgün Huriye Nuriye'ye telefon eder ve Düriye'ye gitmeye karar verirler ve giderler.
Biraz muhabbetten sonra Düriye kahve yapar ve içerler. Biraz sonra Düriye yine :
'Ay kusura bakmayin unuttum, birer kahve yapayim da içelim' der.
Huriye ve Nuriye birsey demezler ve içerler. Aradan biraz zaman geçer. Düriye yine :
'Size bir kahve bile yapmadim hemen yapayimda içelim' der ve yapar getirir.
Bizimkilerde yine itiraz yok. Aksama dogru Huriye ve Nuriye kalkarlar, yola düserler.
Yolda bastonlari ile yavas yavas yürürken aralarinda su konusma geçer;
Huriye :
'Kiz Nuriye, gördün mü Düriye'yi..!!! Ne kadar pinti olmus. Bize bir kahve
bile ikram etmedi'
Nuriye :
'Kiizzz Düriye'yi ne zaman gördün?

önce yazıyı okuyun:))

İstanbul'dan çıkan container İtalya'ya varır.

İtalya acentası Türkiye acentasına sorar,

"Container üzerinde yazı var, önemli bir uyarı mı bu.? ltf. tercüme edin"







Yaşlı çift evliliklerinin kırkıncı yıl dönümünde paraya kıymışlar,
Avusturalya'da tatil yapmaya karar vermişlerdi. Pencereden saatlerdir okyanusu seyrediyorlardı.
Sessizliği pilotun anonsu bozdu: "Sayın yolcularımız! Korkarım size kötü bir haberim var. Motorlarımızdan biri sustu, diğeri de susmak üzere. Acil iniş yapmak zorundayız."

"Neyse ki altımızda haritada görülmeyen bir ada var ve sahiline inmeye calışacağız."


"Bunu başarabilirsek tek sorunumuz bizi bulabilmeleri için dua etmek olacak."
Uçak minik adanın kumsalına başarılı bir iniş yaptı, kimsenin burnu kanamadı.
Uzun bir rahatlama sessizliğinden sonra adam karısının ellerini tuttu,gözlerine endişeyle baktı;
"Mona, bu ayki kredi kartı borcunu ödemiş miydin?" "Hayır
sevgilim,unutmuşum. Kızdın mı?"
Adam endişeyle yine sordu: "Araba kredisinin taksitini ödemiş miydin?"

"Özür dilerim canım, onu da ödememiştim."
Yaşlı adam karısının ellerini bıraktı ve kırk yıldır yapmadığı şekilde ona sıkı sıkıya sarıldı.

Karısı şaşkın, korkarak sordu. "İyi misin tatlım?"
"Hiç olmadığım kadar. Çünkü bankacılar kesin bizi bul
ur" :))))))

Başı ağrıyanlar bu yiyeceklerden uzak dursun Gazi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Bolay, migreni olan hastalara 'öğün atlamayın, sebze ve meyve ağırlıklı beslenin' önerisinde bulundu.
Gazi Üniversitesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayrunnisa Bolay, bazı yiyeceklerin bazı kişiler üzerinde baş ağrısı yapabildiğini belirterek, migreni olan hastalara "öğün atlamayın, sebze ve meyve ağırlıklı beslenin" önerisinde bulundu.

Prof. Dr. Hayrunnisa Bolay, özellikle yoğun baş ağrısı çeken vatandaşlara, yaşam tarzlarında değişiklik yapmalarını önerdi. Vatandaşlara "spor yapın, stresten uzak durun ve sizde hangi yiyeceklerin baş ağrısı yaptığını tespit edin" diyen Bolay, bazı yiyeceklerin, bazı kişilerde baş ağrısını tetiklediğini hatta artırdığını açıkladı.

Bolay, baş ağrısına neden olan yiyeceklerle ilgili şunları söyledi:

"Aynı gıda herkeste migren ağrısını tetiklemiyor. Ortak baş ağrısı yapan gıdalar arasında turunçgiller familyası var. Tabi ki bu turunçgillerin yenmeyeceği anlamına gelmiyor. Herkes belli miktarda almalı. Örneğin herkeste geçerli değil ama kafein, süt ve süt ürünleri, mayalı yiyecekler, eskimiş kaşar, koruyucu maddeler içeren yiyecekler, kurutulmuş et, sosis, salam gibi yiyecekler, hazır gıdaların içindeki tatlandırıcılar, konserve yiyecekler, fındık, fıstık, yer fıstığı, kırmızı şarap, balık, bira, çikolata baş ağrısını belirgin şekilde artırabiliyor."

Bolay, yiyeceklerin baş ağrısını artırması konusunda tek başına etken olmadığına işaret etti. Bolay, stres, uykusuzluk ve hormonel dengesizliğin de baş ağrısı yaptığını kaydetti.

Bir yiyeceğin alındıktan birkaç gün sonra bile oluşacak baş ağrısını tetikleyebildiğine dikkat çeken Bolay, bu nedenle hastalara ağrı günlüğü verdiklerini, bu günlüğe göre baş ağrısına nelerin sebep olduğunu bulmaya çalıştıklarını dile getirdi.

YAĞDAN UZAK DURUN

Bazı kişilerin çocukluktan itibaren bazı yiyeceklerden uzak durduklarını ve bu yiyeceklerin kişide rahatsızlık yaratabildiğini söyleyen Bolay, "Örneğin çocukluğundan bu yana dondurmadan uzak duran kişiler var" dedi.
Başağrısını geçirmek için hayat tarzının değiştirilmesi gerektiğini ifade eden Bolay, yağdan daha fakir gıdaların tercih edilmesi, stresi azaltmak ve kilo vermek için spor yapılması, daha olumlu düşünülmesi, içilen su miktarının artırılması (günde en az 1-1.5 litre) gerektiğine vurgu yaptı. Bolay fazla kilonun baş ağrısı yaptığına dair bulgular olduğunu ifade etti.
Bolay, baş ağrısını gidermek için yine kişiye özgü çözümler bulunduğunu belirterek, "Kimi vatandaş duş yaparak, kimi nane yağıyla, kimi buz ile masaj yaparak baş ağrısını giderebiliyor. Ama bazı ağrılar var ki bu ağrılara mutlaka ilaç gerekiyor. Bu nedenle özellikle migreni olan hastalar doktora giderek kendilerine en uygun ilacı almalı ve ağrının başlayacağını hissettikleri an ilacı içmeliler. Aksi halde fazla ilaç kullanmak da zaman zaman baş ağrısı yapabiliyor. Ayrıca migreni olan hastalar öğün atlamamaya dikkat etmeli, sebze ve meyve ağırlıklı beslenmeye özen göstermeliler" diye konuştu.

23 Eylül 2008

9.Cumhurbaşkanı Demirel'in anlattığı bir fıkra :
Kadının(zamanın hakimi), biri fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş.
Vitrinde, güveç içinde nar gibi kızarmış, sahibini bekleyen nefis bir ördek var.
Kadı, fırıncıya 'Ben bunu aldım' demiş.
Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş. Az sonra ördeğin sahibi gelmiş: 'Hani bizim ördek?'Fırıncı boynunu büküp 'Uçtu' deyince iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış... Bir duvardan atlarken, bilmeden öteki taraftaki hamile bir kadının üstüne düşmüş. Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş. Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış...

Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler hepsini yakalayarak kadının karşısına çıkarmışlar.
Kadı sırayla sormuş... Ördeğin sahibi, 'Bu adam ördeğimi hiç etti' diye şikáyet etmiş.
Kadı, fırıncıya sormuş: 'Ne yaptın bu adamın ördeğini?'
Fırıncı 'Uçtu' demiş. Kadı, kara kaplı defterini açmış: 'Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar 'Uçar' anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil' diyerek fırıncının beraatine karar vermiş.
Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş... Onun şikáyetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş: 'Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslimin tek gözü çıkarıla...' Davacı 'Ne olacak?' diye sorunca kadı, 'Şimdi' demiş, 'Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız.' Tabii gayrimüslim şikáyetinden hemen vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş. Çocuğunu kaybeden kadının kocasına da kadı, 'Tamam' demiş, 'Karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.' Böyle olunca fırıncı bu davadan da kurtulmuş. Kadı dönmüş Yahudi'ye: 'Senin şikáyetin ne?'
Yahudi ellerini açmış, 'Ne diyeyim kadı efendi' demiş,
'Adaletinle bin yaşa sen e mi?'

Öbür taraf



Bektaşi Cuma'ya gitmiş.

Camide hoca yüksekce bir yere çıkmış boyuna nutuk atmakta...
hem de şarap içenleri açıkca kınamaktadır.
Bektaşi can kulağıyla dinlemeye baslamış, hoca devamla
'şarap içenler öbür tarafta her türlü ceza görecek.
Şarap içmeyenler her türlü sefa görecek..
Hatta herbirinin emrine kırk huri verilecek...
Huriler şöyle güzel, böyle hoş, başka türlü mültefit....
Şarap içenlerinse, içtikleri her şişe şarap..
kıl köprüden geçerken boyunlarına asılacak..!! ' demiş.
Bektaşi dayanamamış durduğu yerden seslenmiş :
'Hoca efendi, şişeler dolu mu olacak boş mu !'

Hoca gürlemiş 'Bre zındık, sen dolu şişelerle
öbür tarafı meyhanemi sanırsın!'

Bektaşi boynunu büküp itiraz etmiş:
'İyi ama hoca, adam başı kırk huri ile
sen de öbür tarafı kerhane mi sanırsın!'

hastane

Modern bir hastanede cok sıkışan bir adam defalarca denemesine karsin devamli mesgul olan erkekler tuvaletine giremez. Adamin zor durumunu goren bir hemsire adamin haline acir ve
- Bayim, duvardaki tuslarin hic birine dokunmayacaginiza soz verirseniz bizim cok ozel tuvaleti kullanabilirsiniz.' diyerek yardimci olur.

Adam tesekkur eder, ihtiyacini giderdikten sonra gozleri karsisindaki duvarda bulunan ve ustunde IS, IH, TP ve OTC yazan rengarenk tuslara takilir.
Biraz tereddut eder, soz vermistir. Ancak merakini yenemeyerek IS yazan birinci tusa dokunur. Altindan fiskiran ilik su aninda adamin altini yikar.

Erkekler tuvaletinde boyle bir luksu hic yasamamis adam, daha buyuk bir haz beklentisi icinde IH tusuna basar. Sonuc, bekledigi uzere olaganustudur. Bu kez ilik su yerine pufur pufur bahar cicegi kokulu ilik hava, nazik yerlerini kurulamaktadir...

Hanimlar tuvaletinin tuvalet otesi bir sey olduguna inanan adam tereddutsuz TP tusuna uzanir. Bu kez de talk pudrasinin oksayici etkisiyle kendinden gecer.

Son tusun daha gorkemli bir etkisi olacagina kuskusu olmayan adam hemen ona da basar. Gozlerini acip hatirladigi ilk sey, hastanede uzandigi yatakta kendisine dogru egilmis endiseli hemsirenin yuzudur.
- Ne oldu bana?' diye sorar aci icinde, - son hatirladigim sey, hemsirelerin ozel tuvaletinde uzerinde OTC isaretli! b ir tusa basmak.'
- Biliyorum der hemsire; OTC otomatik tampon cikarici demektir. PİPİNİZ yastiginizin altinda...

ELMA VE ŞARAP



Kadınlar ağaçtaki elma gibidir.
En iyileri en üst dallarda bulunur.
Erkeklerin coğu düşüp incinmekten korktukları için üst dallara uzanmak istemezler.
Onun yerine yere düşmüş çürükleri toplarlar çünkü onları elde etmek daha kolaydır.
Yukarıdaki elmalar ise kendilerinde ararlar suçu ve sorarlar kendilerine 'Nerede hata yapıyorum' diye.
Aslında gerçekten hatasız ve muhteşemlerdir.

Sadece doğru erkeğin ortaya çıkıp cesaretini ve yüreğini toparlayıp o üst dallara ulaşmasıdır bütün olay.
Lütfen bu gerceği iyi elma olan bütün kadınlarla paylaşın. (Dalından toplanmış olsalar bile)

Erkekler ise ...
iyi birer şarap gibidir.
Koruk olarak başlarlar, mayhoş ve tatsız...
Kadınlar tarafından canları çıkana kadar çiğnendikten sonra ancak bir yemeğin yanında gidecek kadar tatlanırlar...

nişan


Oniki yaşındaki oğlan ondört yaşındaki amcaoğluna soruyor: - Abi ablam nişanlanıyor biliyorsun...

- Yaz sonu nikah varmış, bizim evde de konuşuyorlardı.

- Ben sana bir şey sormak istiyorum...

- Söyle...

- Bu nişan dedikleri ne? Evde sordum, 'Eh evlenecekler işte' diyorlar ama nişanlanınca ne oluyor, onu anlayabilmiş değilim.

- Hıııım... Zor soru, bak ben sana bir örnekle anlatayım...

- Dinliyorum.

- Diyelim ki Şubat'ta yarıyıl karnesini aldın, hepsini pekiyi getirdin. Sana bir bisiklet alıyorlar ve 'Haziran'da bütün dersleri pekiyi getir, sınıfı geç, bu bisiklet senin' diyorlar. İşte Şubat ile Haziran arasındaki o süre var ya, bisiklet senin ama binemiyorsun; o süreye 'nişanlılık dönemi' deniyor.

- Haa şimdi anladım, bisikletin var, evde duruyor; sen ona bakıyorsun o sana bakıyor; ama binemiyorsun ta ki sınıfı geçene kadar. Peki dokunmaya izin var mı?

- Vallahi onu ben de tam bilemiyorum; binmek kesinkes yasak da, galiba
ziliyle oynayabiliyorsun!..

SİGARA

Temel'le bir adam parkta oturuyormuş. Temel de sigara içiyormuş. Adam dumandan rahatsız olmuş. Dönmüş Temel'e ve sormuş.
- Kaç yıldır sigara içiyorsun?
Temel cevap vermiş;
- 30 yıl?
Adam başlamış nasihata:
- Bak 30 yılda sigaraya verdiğin parayı biriktirsen şu karşıdaki lüks villa ve önünde duran son model araba senin olabilirdi.
Temel dönmüş ve sormuş:
- Sen sigara içiy musun?
Adam cevaplamış:
- Ben hiç sigara içmedim.
Temel tekrar sormuş:
- Peçi şu villa ve lüks araba senin mu?
- Hayır !
Temel eklemiş: - Fazla konuşma o zaman? onlar penum...

Tüm Hastaneler Tek Telefon

444 0 911

TANIDIĞINIZ HERKESE GÖNDERMEYE ÇALIŞIN...


TÜM HASTANELER TEK TELEFON == 444 0 911

Tüm hastaneler Türkiye'nin her yerinden ulaşılabilen tek bir no.da birleştiler.

Cep telefonunuzdan ararsanız bulunduğunuz ilin alan kodu ile aramanız gerekiyor.

Mesela İstanbul' da
0212 444 0 911 veya 0216 444 0 911

Bu telefonu aradığınızda en yakın Ambulans olay yerine gönderiliyor.

Kaydediniz...!!!


Biz de destek verelim

HERKES DESTEK OLSUN ARKADAŞLAR.
YAŞADIĞIMIZ SÜRE BOYUNCA HEPİMİZİN KORKULU RÜYASI BİR HASTALIK, DESTEK OLALIM........ SADECE 15 SN. VAKTİNİZİ ALACAK.
ŞİMDİDEN TEŞEKKÜRLER.


Bu maili 10 arkada
şına yollayarak, en az 1000 kanserli çocuğun hayatını kurtar

http://www.losev.org.tr/dergi/kent.htm

Arkadaşlar,

Kampanyamız hızla ilerliyor. Ama zamanımız çok az. Bugün de lösemili bir çocuk başvurdu. 6/6 tam uyumlu verici kardeşi olmasına ve hastanın yaşaması kemik iliğine bağlı olmasına rağmen nakil yaptıracak hastane bulamıyor.

En yakın 3 ay sonrasına randevu veriliyor. Yani bir anlamda beklerken ol deniliyor. Bunun için zamanımız yok. Ben utanıyorum.
Ama ne yapacağımı da şaşırdım. Gerçekten bu insanlar bu kadar duyarsız mı ?? Ya da bir tek biz mi telaşlanıyoruz.
Acaba biz de mi 3 maymun olmalıyız ki akşam rahat uyuyalım. Hayır, olamaz. İnsanlık henüz ölmedi. Ya gerçekten bizim çok yakınımız birisi yaşayacakken göz göre göre ölse biz ne yapardık. İnsanlar katil olur yahu.

Haydi, tuşlara daha fazla dokunalım ve bu sayıyı kısa zamanda 1 MİLYONA çıkaralım, sonra da 5 milyona. Sesimizi basın bile duymuyor, siyasiler nasıl duysun?

Elinize sağlık. Kolay gelsin.

Dr. Üstün EZER Yönetim Kurulu Başkanı
LÖSEV Lösemili Çocuklar Vakfı



'[Lösemi hastası] Volkan Dündar 13 yaşındaydı. Hastanede ilik nakli için yıllarca sıra bekledi. Bir gün Dündar ailesinin telefonu çaldı. Nakil için sıra geldiğini söylediler.

Ancak Volkan bu telefondan 4 gün önce ölmüştü. Son 10 ayda 15 lösemili çocuk, uygun ilik bulunduğu halde hastanede yatak bulunamadığı için yaşamını yitirdi.'

Milliyet Gazetesi, 26 Kasım 2006 Pazar


'38 [lösemili] çocuğu göz göre göre kaybettik.'

Star Gazetesi, 24 Kasım 2006 Pazar
!

DUYARLI G
ÖNÜLLÜLERİMİZE,

Çağdaş ve aydınlık toplumlarda sivil toplum kuruluşları doğruları söylemekte ve ülke yararına olan konuları çıkar gözetmeksizin

gündeme getirmektedir.

Değil yüzlercesini bir çocuğun bile ölümünde duyarlı ve aydın insanlar seslerini yükseltmekte, sorumlulardan hesap sormaktadırlar.

Yıllardır LÖSEV hayat kurtarmak ve tamamen parasız tedavi hizmeti verebilmek için çırpınırken, eşsiz bir proje kurabilmek için çabalarken buna ilgisiz kalan siyasileri uyandıralım.

Biz yüz binler değil, 1 milyon değil, 5 milyon kişinin bu konuda ciddi desteğini arzu ediyoruz ve de bu başarıyı tüm TÜRKİYE ile paylaşmak istiyoruz.

Siz bu maili en az 10 arkadaşınıza yollayarak sırada bekleyen en az 1000 lösemili ve kanserli çocuğun hayatını kurtarmanın mutluluğunu yaşayabilirsiniz.

Destek verebilmek için burayı tıklayınız. (
http://www.losev.org.tr/dergi/kent.htm )

UNUTMAYIN! HEDEFİMİZ 5 MİLYON KİŞİDİR.

Saygı ve şükranlarımızla,

Dr. Üstün EZER,
Pediatrik Hematolog,

LÖSEV YÖNETİM KURULU BAŞKANI
Bir Karadenizli 'Life Tv Show' adlı yarışma programına katılır.
Ödül: 500 bin YTL
Sizde bir deneyin:


Sunucu sorularını sormaya başlar..

1)Tarihteki 100 yıl savaşları ne kadar sürmüştür?:

A) 116 Yıl
B) 99 Yıl
C) 100 Yıl
D) 150 Yıl

Karadenizli bu soruda pas geçme hakkını kullanır.

****

2. Panama şapkası hangi ülkede keşfedilmiştir?:

A) Brezilya
B) Şili
C) Panama
D) Ekvador

Karadenizli seyircilerin yardımını istemiştir.

****

3. Rusların bayramı olan Ekim direnişi hangi aydadır?:

A) Ocak
B) Eylül
C) Ekim
D) Kasım

Karadenizli telefon hakkını kullanıyor ve başka bir karadenizliyi arıyor.

****

4. Kral George IV doğru adı nedir?:

A) Albert
B) George
C) Manuell
D) Jonas

Karadenizli, iki yanlış şıkkı götürme hakkını kullanıyor.

****

5. Kanarya adalarının ismi hangi hayvandan gelmiştir?:

A) Kanarya
B) Kanguru
C) Fare
D) Fokbalığı

Karadenizli oyundan çekiliyor.

****

Okurken güldüyseniz doğru cevaplara da bir göz atın..


1) 100 Yıl savaşları 116 yıl sürmüştür (1337 ile 1453 arası)

2) Panama şapkası Ekvador'da keşfedilmiştir.

3) Rus Bayramı 'Ekim Direnişi' 7 Kasım'da kutlanır.

4) Kral George IV asıl adı Albert'tir. Kral 1936 yılında ismini
değiştirmiştir.

5) Kanarya adalarının Latince adı 'Foklarin' adasıdır ve bu isim
fokbalığından gelmiştir.

Ne oldu.. ? Bir an kendinizi bir Karadenizliden zeki mi sanmıştınız..