Herkes bir arayis içinde, ama hiç kimse ne aradigini bilmiyor. Saniyoruz ki çok paramiz, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, sporbir arabamiz olunca biz de çok mutlu olacagiz.
Hadi maddeciligi bir kenara birakalim; niye herkes asktan sikayetçi? Çevremiz de kaç kisinin ask hayati iyi gidiyor? Eminim parmakla sayilacak kadar azdir. Ve eminim hiç kimse yanlisin nerede oldugunu da bulamiyordur. Ben ten uyusmasi kadar ruh uyusmasinin önemine inanirim. Hatta insanlarin es ruhlarinin olduguna bile inanirim. Ama ruhlari olmayan bedenler birbirleriyle ne kadar uyusabilir ki? Evet, önce göz görür fakat ancak ruh sever. Ayrica ruhumuz olmadan es ruhumuzu bulmak gibi bir sansimiz olmadigina da eminim... Iste bu yüzden içimiz de sürekli bir eksiklik duygusuyla yasiyoruz hepimiz, iste bu yüzden sürekli duvarlara çarpip,çarpip kendimizi kanatiyoruz ve iste bu yüzden mutlulugu bir türlü yakalayamiyoruz...
Gerçekte hiz çaginda yasiyoruz. Her sey o kadar hizli geçiyor ki, ne ise,ne arkadaslarimiza, ne ailemize, ne çocugumuza, ne kendimize yeterince vaktimiz kalmiyor. Akrep ve yelkovanla yaris halindeyiz. Bu yüzden bütün iliksiler yarim yamalak, bütün sevgiler bölük pörçük.
Sevmeye bile vaktimiz yok bizim. Oysa teknolojinin nimetlerinden fazlasiyla yararlaniyoruz.
Ne çamasir yikiyoruz ne de bulasik, çayimizi kahvemizi makineler yapiyor Islerimizi bir telefon, bir faksla hallediyoruz. Uçaklar bizi iki saat içinde dünyanin bir ucuna tasiyor. Hatta artik gitmeye bile gerek yok, internetle dünya elimizin altinda. Ama yine de vaktimiz yok iste! Bence doganin kara bir laneti bu. Biz ondan uzaklastikça, o da bizden bütün zamanlari çaliyor. Milan Kundera "yavaslik" adli kitabinda; "yavaslik hatirlatir,hizlilik ise unutturur" diyor. Telefon hizlilik mesela, konusulanlari, söylenenleri unutturur. Mektupsa yavaslik, hep vardir ve hep hatirlatir. Ben kendi adima her zaman yavasliktan yanayim. Mesela uçaklardan hiç hoslanmam, yeni bir sehre, yeni bir iklime hazirlanmaya, hatta hayal kurmaya bile vakit birakmiyor bana "Küt" diye baska bir hayatin içine giriveriyorum. Ve en kötüsü de dönüsler, daha ayriligin hüznünü bile yasamadan Istanbul'da olmak sahiden de çok tatsiz. Tabii ki ruhumun beni terk edip oralarda kalmasi da çok normal. Oysa trenler karanlik geceyi yirtan keskin düdügü, uykuda olanlara yolculuk düsleri gösteren kara trenler... Daglari bölen,
nehirlerle yarisan, köprülerden geçen, agaçlari selamlayan, çocuklara el sallayan, güne bakanlara göz süzen, geçmisin hüznünü, gelecegin umudunu yasatan,yolcularina yepyeni dostluklar hazirlayan kara trenler var bir de. Uçak degil, tren olmak istiyorum. böylece ruhum benden hiç ayrilmaz.
Evet freni patlamis kamyon gibi yasamanin hiç anlami yok. Ayagimizi gazdan yavas yavas çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetismesini bekleyelim artik. Aceleye ne gerek var? Hayat yalniz biz izin verdigimiz gibi geçer. Iyi ya da kötü hizli ya da yavas... Her sey bizim elimizde,sevgi de, ask da, basari da. Ama ancak kendi ruhumuzla bulustugumuzda...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder