31 Ocak 2007

Bu gidişle 2015'i göremeyebiliriz

Açık Radyo Genel Yayın Yönetmeni ve Bilgi Üniversitesi’nde küresel ısınma konulu dersler veren Ömer Madra, CNN'de Gece Görüşü programında yayınlanan bir söyleşisinde oldukça ürkütücü tespitlerden bahsediyor. İşte geçen haftalarda yayınlana söyleşiden çırpıcı başlıklar ve Madra’nın korkutan tespitleri:

• Sorun enerji dengesinin bozulmasından kaynaklanıyor. Medeniyet büyük tehlike altında. Okyanuslar ısınıyor.

• Dünyanın akciğeri dediğimiz tropik yağmur ormanları, kuraklık yüzünden bir-iki yıl içinde yok olabilir, milyonlarca yıldır var olan 200 metrelik dev ağaçlar kökünden devrilebilir. (Yaşarken karbondioksit emen ağaçlar, öldükten sonra karbondioksiti geri bırakıyor.)

• NASA’dan James Hanson’a gore gezegen 1 milyon yıldan beri en sıcak günlerini yaşıyor. Hanson ekliyor: "Bir şeyler yapmazsak “2015’i zor görürüz.”

• Bu ne karamsar tahmin demeyin. Beteri var. Tabiat ana teorisini ortaya atan bilim insanı James Lovelock ise “Artık iş işten geçti, ne yapsak boş” görüşünü savunuyor ve o da ekliyor: “Kuzey Kutbu'nda bir 500 milyon kişi kalırsa kalır, diğerleri için yapacak bir şey yok.”

• Kutuplar ısınıyor. Beyazken güneş ışınlarını yansıtan buzullar eridikçe, alttan lacivert deniz ya da kara parçası çıkıyor. Daha koyu olan buzul güneşi geri yansıtamıyor ve böylece daha çok ısınıp daha çok eriyor. Tam bir kısır döngü.

• Eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore bu konuda bir belgesele imza attı. Adı “An Inconvenient Truth”. Türkçeye “uygunsuz gerçek ya da rahatsız edici gerçek" olarak çevrilebilir. Hâlâ ülkemizde gösterime girmedi, bekliyoruz.

• Konuyla ilgili yeni bir de keşif var. Okyanusların dibinde buz kristalleri şeklinde metan gazı yumruları milyonlarca yıldır kimseyi rahatsız etmeden bekliyordu. Isınmayla ve altında kaldıkları buzulların erimesiyle ortaya çıkmaya başladılar. Bu ne demek? Metan salınımının artması demek. Şöyle söyleyeyim: Metan, küresel ısınmada, karbondioksitten 20-22 kat daha etkili.

• Dünya tarihinde ilk kez bir meskun ada haritadan silindi, üstünü sular kapladı. Yok artık. Hindistan’da Bengal Körfezi’nde, 10 bin kişinin binlerce yıldır yaşadığı bir ada geçtiğimiz ay boşaltıldı. Yani küresel ısınma dünya haritasını değiştirecek kadar “cüretkar.” Üstelik bu sadece başlangıç, devamı gelecek göreceksiniz.

• Aslında gezegen 251 milyon yıl önce de benzer bir felaket yaşamıştı. Nedeni tam belli olmasa da, Sibirya’daki volkanik patlamalar etkili olmuştu. O zamanki sıcaklık artışı 6 dereceymiş. Dünya 15 yılda 6 derece ısınmış ve felaket olmuş. Şimdiki beklenti ne, biliyor musunuz? Önümüzdeki yıllarda gezegenin ısısı yine 6 derece artacak. O zaman sadece metan salınımıymış problem, şimdi bir de endüstri devrimiyle gelen karbondioksit de var. Uzun lafın kısası yaşamın yüzde 90’ı yok olacak.

Peki ne yapılmalı?

Tüm yük bizim kuşağın omuzlarında. Yani çocuğumuz ya da torunumuzun elinden bir şey gelmez, vakit yok çünkü. Herkesin bildiği, bizim de içinde bulunduğumuz birkaç ülke dışında tüm dünyanın taraf olduğu KYOTO Protokolü aslında sembolik bir anlam taşıyor. Herkes uysa, gaz salınımları yüzde 5 azalacak. Ama dünyanın acilen ihtiyacı olan rakam ne? Yüzde 60! Hatta bu rakam ABD için yüzde 90!

Haydi bunlar devlet politikaları, bireysel olarak ne yapabilirim derseniz, işte size Ömer Madra’dan birkaç tavsiye:

• Evlerde, bildiğimiz Tungsten ampuller artık kullanılmamalı. Yerine yüzde 75 daha az enerji harcayan tasarruflu ampuller var. Her yerde satılıyor.

• Göğü ısıtmak kadar çılgınca bir şey olamaz. Kafelerin bahçelerindeki o gazlı, şemsiye şeklindeki ısıtıcılar kullanılmamalı. Fenerbahçe taraftarı kış mevsiminde üşümesin diye Saracoğlu Stadı ısıtılmamalı.

• Plazma TV’ler, gerçekten ihtiyaç yoksa satın alınmamalı. Vergi oranları artırılmalı. Muazzam enerji harcıyorlar çünkü.

• Otomobil kullanımında ortak havuza geçilmeli.

• Belki de en yaygın yanlış, elektrikli cihazlar “stand by” yani bekleme konumunda bırakılmamalı. Orada da yüzde 25’e varan enerji kaybı söz konusu çünkü. Üstünden kapatmak o kadar da zor değil.

Avukat Recai:)

Recai şehrin en gözde semtinde bir büro tutmuş, içini güzelce döşemiş, kapıya da AVUKAT RECAİ ŞAŞMAZ yazılı bir tabela asmış. Yeni bürosunda ilk sabah otururken kapı çalınınca Recai sekreterine 'kapıyı aç kızım demiş. Gelen adam odaya girdiği an Recai telefonu eline almış ve konuşmaya başlamış.'O iş tamam beyim, zaten benim aldığım bir davada kötü bir netice çıkmaz, tabi...tabi hemen kurtarırız. Şabanı da ben kurtarmıştım, Mahir'i de. Siz hiç merak etmeyin Ankara'da çok tanıdık var.... Konuşma böyle bir kaç dakika devam ettikten sonra Recai telefonu kapatır ve adama döner 'Ahh efendim'demiş' kusura bakmayın sizi beklettim. Ama görüyorsunuz işler çok yoğun. Sizin ne davanız vardı?
Adam 'Hiiç' demiş benim davam felan yok, ben telefonu bağlamaya gelmiştim"

ÜCRETSİZ LOSEMİLİ ÇOCUKLAR HASTANESİ

Merhabalar,
LOSEV (losemili çocuklar sağlık ve eğitim vakfi ) 3.5 yillik bir vakif olmasina ragmen Turkiye' nin ilk losemili cocuklar hastanesini Ankara'da kurdu. Yemeginden pijamasina, muayenesinden tahliline her sey ucretsiz olarak cocuklara sunuluyor. Ankara disindan gelen ailelere de apart oda hizmeti veriliyor. Vakif kullanmadigimiz giysi,ev esyasi, oyuncak,bisiklet ve yiyecek yardimlarini kabul ettigi gibi, YKB 477 Sube 1-002666 hesaba tutar ne olursa olsun bagış da yapılabiliyor.

Tel : 0312- 447 06 60
Küçük bir kız öğretmeni ile balinalar hakkında konuşuyordu. Öğretmen bir balinanın insanı yutmasının fiziksel olarak imkansız olduğunu söyledi, çünkü balinaların boğazı çok küçüktü. Küçük kız Jonah'ı (Yunus peygamber) bir balinanın yuttuğunu söyledi, sinirlenen öğretmen balinanın insanı yutamayacağını tekrarladı, bu imkansızdı.
Küçük kız şöyle dedi,
"Cennete gittiğim zaman Jonah'a soracağım"
Öğretmen
"Ya Jonah cehenneme gittiyse?" diye yanıtladı.
Küçük kız
" O zaman sen sorarsın"

--------------

Bir anaokulu öğretmeni sınıftaki çocuklar resim yaparken, onları seyrediyordu. Her çocuğun çalışmasına bakmak için sınıfta dolaşıyordu. Gayretli bir şekilde çalışan küçük bir kızın yanında gittiğinde, ona e çizdiğini sordu.
Kız yanıtladı, "Tanrıyı çiziyorum"
Öğretmen duraksadı ve sordu, "Ama hiç kimse Tanrının neye benzediğini bilmiyor"
Kız kafasını kaldırmadan yanıtladı, "Birazdan öğrenecekler"

--------------

Bir gün küçük bir kız oturup annesinin mutfakta bulaşıkları yıkamasını seyrediyordu. Aniden annesinin saçlarında beyazlar olduğunu fark etti. Annesine baktı ve merakla sordu,
"Neden saçında beyazlar var anne?"
Annesi yanıtladı, "Her yanlış yaptığında, beni kızdırdığında, mutsuz ettiğinde, saçlarımdan biri beyazlar"
Küçük kız bu cevap üzerinde bir süre düşündü ve sonra sordu,
"Anne,anneannemin tüm saçları nasıl bembeyaz oldu?"

--------------

Çocuklar hep birlikte fotoğraf çektirmişlerdi, öğretmen her birini bir fotoğraf almaya ikna etmeye çalışıyordu. " Düşünün, büyüdüğünüz zaman bu fotoğrafa bakıp 'Bu Jennifer, o avukat,' veya 'bu Michael, o doktor' demek ne kadar güzel olur"
Sınıfın arkasından zayıf bir ses çınlar "Ve bu öğretmen, o öldü."

--------------

Çocuklar öğle yemeği için Katolik ilkokulunun kafeteryasında sıraya girmişlerdi. Masanın başında büyük bir elma yığını vardı, rahibe bir
"Sadece BİR tane alın. Tanrı izliyor"
Sırada biraz daha ilerleyince, masanın diğer ucunda büyük bir çukulatalı çörek yığını vardı.
Bir çocuk not yazmıştı,
"İstediğiniz kadar alın. Tanrı elmaları gözlüyor"

27 Ocak 2007

Günün Sözü

Hayat üçbuçukla dört arasındadır.
Ya üçbuçuk atarsın ya da dört dörtlük yaşarsın...

23 Ocak 2007

Adam son derece sevdigi ve saydigi karisinin 60inci yas gününde önemli konuklarini da davet ettigi parti için bir pasta ismarlamis.
"Üzerine ne yazmami istersiniz?" diye sormus Karadenizli pastaci
Adam bir an düsünüp:
-"Yillarca yoruldun ama, inan daha mükemmelsin" yazilsin! demis.
- "Peki efendim pastanin üzerine nasil yerlestirelim bu yaziyi?"
"Iki satir halinde olsun, üstte 'Yillarca yoruldun ama' altta 'Inan daha mükemmelsin' seklinde olabilir.."

Parti günü tüm davetlilerin önüne kivilcimlar saçan maytaplarla pasta gelmis. Üzerinde aynen söyle yazarak:
"Üstte yillarca yoruldun ama Altta inan daha mükemmelsin"

ŞARKI SÖYLEMEYİ SÜRDÜR

Her iyi anne gibi Karen de bir bebeğin yolda olduğunu öğrenince, üç yaşındaki oğlu Michael'i yeni bir kardeş için hazırlamaya başlamıştı. Bebeğin kız olacağı anlaşıldı ve Michael annesinin karnındaki kızkardeşine her gün, her akşam şarkı söylemeye başladı. Onunla tanışmadan önce aralarında bir sevgi bağı oluşmaya başlamıştı.
Hamilelik normal bir şekilde gelişiyordu. Vakti gelince, doğum sancıları başladı. Sonra her beş dakikada bir, üç dakikada bir ve her dakika... Fakat doğum anında ciddi bazı sorunlar ortaya çıktı ve Karen'in sancıları saatler sürdüğü halde bebek doğmadı. Bir sezaryen mi gerekecekti? Nihayet çok zor çabalar sonucu Michael'in kızkardeşi dünyaya geldi. Ama çok ciddi bir sorun var gibiydi. Gece yarısı çalan ambulans sirenleri arasında Tenesse Knoxville'deki St. Mary Hastanesi Çocuk servisinin yoğun bakim ünitesine kaldırıldı.Günler geçtikçe küçük kız kötüleşiyordu. Çocuk doktoru
üzgün bir şekilde "Çok az bir ümit var, en kötü son için hazırlıklı olmalısınız" dedi. Karen ve eşi cenaze töreni için mezarlık yetkilileriyle konuştular. Evlerinde
bebekleri için harika bir oda hazırlamışlardı. Oysa şimdi cenaze için tören
hazırlanıyorlardı. Michael, öte yandan anne ve babasına kız kardeşini görebilmek için yalvarıp duruyordu. "Ona şarkı söylemek istiyorum" diyordu. Yoğun bakımdaki iki hafta sanki cenaze töreninin bir hafta sonra olacağını işaret ediyor gibiydi. Michael şarki söylemek konusunda ısrar ediyordu. Ama yoğun bakim ünitesine çocukların girmesi
kesinlikle yasaktı. Ancak Karen kararını verdi. Onu oraya sokacaktı. İzin verseler de vermeseler de....

Eğer kız kardeşini o zaman göremezse bir daha asla göremeyebilirdi.Ona, kendisine oldukça büyük gelen bir ziyaretçi giysisi giydirdi ve yoğun bakim ünitesine soktu. Sanki yürüyen bir kirli çamaşır torbasıydı. Ama başhemşire onun bir çocuk olduğunu anladı ve: "O çocuğu buradan çıkarın. Çocukların girmesi yasak." diye uyardı. Genelde uysal bir kadın olan Karen'in içindeki anne birden güçlü bir şekilde başkaldırdı ve
başhemşirenin yüzüne çelik gibi bakışlarla bakarak: "Kızkardeşine şarkı söylemedikçe buradan gitmeyecek" dedi. Michael'ı kızkardeşinin yatağına götürdü. Savaşı kaybetmek üzere olan küçük kıza baktı. Bir süre sonra şarki söylemeye başladı, saf, temiz kalpli 3 yaşındaki çocuğun pırıl pırıl sesiyle. "You are my sunshine, my only sunshine, you make me happy when skies are grey..." (Sen benim gün ışığımsın,tek gün ışığım, gökyüzü griyken beni mutlu edersin.) Aniden küçük kız tepki verdi. Kalp atışları sakinleşti ve düzenli olmaya başladı. "Şarkiyi sürdür" dedi Karen gözleri yaş dolu. "You never know, dear how much I love you. Please don't take my sunshine
away!" (Seni ne çok sevdiğimi asla bilmeyeceksin, sevgilim. Lütfen gün ışığını
benden alma.) Micheal, şarkıyı sürdürdükçe, bebeğin sorunlu, kesik kesik olan solunumu küçük bir kdiciğin nefes alış verişi gibi düzenli bir hale girmeye başladı. "Şarkı söylemeye devam et bebeğim." "The other night, dear, as I lay sleeping, I dreamed I held you in my arms." Geçen gece uyurken, rüyamda seni kollarımda tuttuğumu gördüm sevgilim.) Michael'in küçük kardeşi sakinleşmeye devam etti. Ama bu bir
iyileşmeyi gösteren bir sakinleşmeydi. "Devam et Michael" Şimdi o diktatör tavırlı
başhemşirenin bile yüzü gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Karen de coşkuyla şarkıya katildi. "You are my sunshine, my only sunshine. Please don't take my sunshine away."
Ertesi gün, hemen ertesi gün küçük kız eve gidebilecek kadar iyileşmişti.
Women's Day isimli dergi bu olaya "Abinin şarkısının mucizesi" adini verdi. Bilim adamları ise ona sadece "mucize" dediler. Karen ise "sevginin mucizesi" dedi. Sevdiğiniz insanlar için ümidinizi asla yitirmeyin. Sevgi inanılmayacak kadar güçlüdür.

Dün sabaha karşı kendimle konuştum.

Ben hep kendime çıkan bir yokuştum.
Yokuşun başında bir düşman vardı.
Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum
En uzak mesafe:
Ne Afrika'dır,
Ne Çin,
Ne Hindistan,
Ne seyyareler,
Ne de yıldızlar geceleri ışıldayan...
En uzak mesafe:
İki kafa arasındaki mesafedir,
Birbirini anlamayan...

önyargı

Uzaklarda bir köyde, kocasi, çocugu dogmadan ayrilmis tek basina yasayan
hamile bir kadin kendisine arkadas olmasi açisindan dagda yarali buldugu bir

gelincigi evinde beslemeye baslar. Gelincik kadinin yanindan bir an bile
ayrilmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallasir.
Birkaç ay sonra kadinin çocugu dogar. Tek basina tüm zorluklara gögüs
germek ve yavrusuna bakmak zorundadir. Günler geçer ve kadin bir gün birkaç
dakikaligina bile olsa evden ayrilmak ve yavrusunu evde birakmak zorunda
kalir. Gelincikle bebek evde yalniz kalmislardir. Aradan biraz zaman geçer
ve anne eve gelir.. Gelincigi ve kanli agzini görür. Anne çildirmiscasina
gelincige saldirir ve oracikta öldürür hayvani. Tam o sirada içerdeki
odadan bir bebek sesi duyulur.Anne odaya yönelir. Ve odada besigi, besigin
içindeki bebegi ve bebegin yaninda duran parçalanmis bir yilani görür.

Einstein'in söyledigi rivayet edilen bir söz var:
" Insanlardaki önyargiyi parçalamak benim atomu parçalamamdan daha zordur."


ÖNYARGILARIMIZI BEYNIMIZDEN SILMEK VE KALBIMIZDEN SEVGIYI EKSIK ETMEMEK
DILEGIYLE...

DUYGU ADASINDA OLUP BİTENLER

Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış. Mutluluk,
Üzüntü, Bilgi, Aşk ve diğerleri, bir gün adanın batmakta olduğu haberini
almışlar. Bunun üzerine hepsi adayı terk etmek için birer sandal
hazırlamışlar.
Aşk, son ana kadar adada beklemek istemiş. Ancak ada tamamen batmak
üzereyken yardım istemeye karar vermiş.
Zenginlik çok büyük bir tekneyle geçmekteymiş. Aşk, "Beni de yanına alır
mısın?" diye sormuş. Zenginlik, "Hayır, alamam. Teknemde çok fazla altın var
senin için yer yok." demiş.
Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir'den yardım istemiş. Kibir,
Sana yardım edemem Aşk... Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin!"
diye cevap vermiş.
Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk yardım istemiş: "Üzüntü, seninle geleyim." "Of
Aşk!.. O kadar üzgünüm ki yalnız kalmaya ihtiyacım var."
Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş ama o kadar mutluymuş ki, Aşk'ın
çağrısını duymamış bile.
Aşk, birden bir ses duymuş: "Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..."
Bu, Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş. Aşk o kadar mutlu hissetmiş ki kendini,
onu yanına alanın kim olduğunu sormayı bile düşünememiş.
Yeni bir adaya vardıklarında, Aşk'a yardım eden yoluna devam etmiş. Ona ne
kadar borçlu olduğunu fark eden Aşk, Bilgi 'ye sormuş: "Bana yardım eden
kimdi?"
"O, Zaman'dı" diye cevap vermiş Bilgi.
"Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?" diye sormuş Aşk.
Bilgi gülümsemiş: ve "Çünkü sadece Zaman, Ask'ın ne kadar büyük oldugunu
anlayabilir..." demiş...
"Yollari oldukca uzunmus, yokus yukari gidiyorlarmis, gunes yakiciymis, ter icinde kalmislar, susamislar. Bir donemecin ardinda harika bir mermer kapi gormusler; kapi, ortasinda bir cesme bulunan altin doseli bir meydana aciliyormus, cesmeden berrak bir su akiyormus. Yolcu kapidaki bekciye donmus.

-Iyi gunler.

-Iyi gunler, diye yanit vermis bekci.

-Burasi harika bir yer, adi ne?

-Burasi cennet.

-Ne iyi, cennete gelmisiz, cunku cok susadik.

-Iceri girip dilediginiz kadar su icebilirsiniz, demis bekci ve eliyle cesmeyi gostermis. 'Atimla kopegim de susadilar.

-Kusura bakmayin, demis bekci.

-Buraya hayvanlar giremez.

Yolcu cok uzulmus, cok susamismis, ama suyu tek basina icmek istemiyormus. Bekciye tesekkur edip yoluna devam etmis. Epeyce bir sure yamac yukari gittikten sonra eski gorunumlu kucuk bir kapiya varmislar, kapi iki yani agaclikli toprak bir yola aciliyormus. Agaclardan birinin altinda, sapkasini alnina indirmis, uyur gibi yatan bir adam varmis.

-Iyi gunler, demis yolcu

-Adam basini sallamis.

-Atim, kopegim ve ben cok susadik.

-Surada taslarin arasinda bir pinar var, diyen adam eliyle orayi isaret etmis.

-Istediginiz kadar su icebilirsiniz.

-Yolcu, ati ve kopegi pinara gidip susuzluklarini gidermisler.

Yolcu bekciye tesekkur etmis.

Istediginiz zaman yine gelebilirsiniz, demis bekci.

-Buranin adi ne?

-Cennet.

-Cennet mi? Ama mermer kapidaki bekci bana orasinin cennet oldugunu soyledi

-Orasi cennet degil cehennemdi.

Yolcunun akli karismis;

-Sizin adinizi kullanmalarina niye izin veriyorsunuz?

Yanlis bilgi vermeleri buyuk karisikliga neden olur!'

-Hic de degil. Aslinda onlar bize buyuk bir iyilikte bulunuyorlar. En iyi dostlarina sirt cevirenlerin hepsi orada kaliyor cunku.

Paulo Coelho

İŞ KAZASI

Aşağıdaki olay bir fıkra değil tümüyle yasanmış bir olayın öyküsüdür.

Rizede'de, "kaza geçiren" bir isçi tarafından, olayı ayrıntısıyla anlatmak için şantiye sefine yazılmıştır.

"Sayın şantiye şefim, is kazası tutanağına planlama hatası diye yazmıştım. Bunu yeterli görmeyerek ayrıntılı anlatmamı istemişsiniz. şu anda hastahanede yatmama neden olan olaylar aynen aşağıda anlattığım gibi olmuştur. Bildiğiniz gibi ben duvar ustasıyım. inşaatın 6. katındaki işimi bitirdiğim zaman biraz tuğla artmıştı. Yaklaşık 250 kg. kadar olduğunu sandığım bu tuğlaları aşağıya indirmem gerekiyordu. aşağıya indim ve bir varil buldum. Ona sağlam bir ip bağladım. 6. kata çıktım ve ipi bir çıkrıktan geçirip ucunu aşağıya saldım. Tekrar aşağıya indim ve ipi çekerek varili 6.kata çıkardım. ipin ucunu sağlam bir yere bağlayıp tekrar yukarı çıktım. Tüm tuğlaları varile doldurdum. aşağıya indim, bağladığım ipin ucunu çözdüm. ipi çözmemle
birlikte kendimi havalarda buldum. Nasıl bulmayayım? Ben Yaklaşık 70 kiloyum. 250 kilogramlık varil hızla aşağıya doğru düşerken, beni yukarıya çekti. Heyecan ve şaşkınlıktan ipi bırakmayı akıl edemedim. Yolun yarısında dolu varille çarpıştık.Sağ iki kaburgamın bu sırada kırıldığını sanıyorum. Tam yukarı çıkınca, iki parmağım iple birlikte çıkrığa sıkıştı. Parmaklarım da bu sırada kırıldı. Bu sırada yere çarpan varilin dibi çıktı ve tuğlalar çevreye saçıldı. Varil hafifleyince, bu kez ben aşağıya inmeye, varil yukarıya çıkmaya başladı ve yolun yarısında yine varille çarpıştık.Sol bacağımın kaval kemiği de bu sırada kırıldı. Can havli ile ipi bırakmayı akıl ettim ve tabii Yaklaşık 3.kat hizasından aşağıya düştüm. Soldaki kaburgalarımla sol el bileğimde o zaman kırıldı sanırım. Basımı yukarı kaldırdığımda boş varilin hızla üzerime geldiğini gördüm. Kafatasımın da böyle çatladığını
sanıyorum.Bayılmışım, gözümü hastanede açtım.Tanrının herkesi böyle görünmez kazalardan korumasını diler, hürmetle ellerinizden öperim.

Duvarcı Ustanız.
C..... S......

Burhan Eren'in "Yıldızlı Atlas" isimli kitabından alınmıştır.

Şimdi bir yerlerde akşam oluyordur. Güneş ağır ağır batıyordur, dağların ve ağaçların ardından. Ve ağır ağır doğuyordur güneş, dağların ve ağaçların ardından. Çünkü bir yerlerde sabah oluyordur şimdi.
Şimdi bir yerlerde düş kuruyordur biri. Bildiği bütün güzel şeyleri, bir bir yerleştiriyordur düşlerine: Günlük güneşlik günleri, ezberindeki şiirleri, en çok sevdiği kelimeleri, incecik kelebekleri, annesini...
Kurdukça yıkılıyordur, başka bir yerde başka birinin düşleri.
Kuruldukça yıkılan kimi düşler gibi...
Şimdi bir yerlerde penceresini açmış, sokağı seyrediyordur biri. Sokaktan geçenleri, uçtu uçacak gibi duran baloncuyu, sokağı bekleyen evleri seyrediyordur.
Başka bir yerde başka biri, odasının penceresini ve içinden dünyaya açılan bütün pencereleri kapatmak istiyordur. Ama bir türlü perdeyi çekmek istemiyordur elleri.
Şimdi bir yerlerde biri, dünyaya ilk kez açıyordur gözlerini. Başka bir yerde başka biri, istese de istemese de ayrılıyordur dünyadan. Bir daha açmamak üzere yumuyordur gözlerini.
Şimdi bir yerlede saçlarını tarıyordur biri. Aynada saçlarının tel tel ayrılıp düzene girmesini seyrediyordur, küçük bir gülümseme yayılıyordur dudaklarından.
Kızgınlıktan saçını başını yoluyordur, bağırıyordur, ağlıyordur, başka bir yerde başka biri.
Şimdi bir yerlerde küçük bir şey için, birbirlerinin kalplerini kırıyorlardır birileri. Küçük bir şey, bir ceviz kabuğu belki...
Başka bir yerde, gökkuşağının renklerini bölüşüyorlardır başka birileri. Sarıyı, kırmızıyı, yeşilden maviye kaçan bütün renkleri...
Ve şimdi bir yerlerde sen, kalbinin kapılarını aralamış, küçük şeylerden söz açan bir yazıyı bitirmek üzeresindir.
Sen yazıyı bitirirken, benim içimdeki kuşlar çoktan uçmuş olacak...
Evime konuk olan iki çiçeğe su veriyor olacağım belki

Bana aşık mısın?'

Sevgiliniz bu soruyu sorarsa eğer, ki sormaması düşünülemez, cevap vermek için süre isteyin.Ne kadar süre? Belirsiz. Daha doğrusu ilişkinizin ömrüne bağlı. İlişkiniz bitecek, üzerinden epey bir zaman geçecek, aşık olup olmadığınızı anlayacaksınız.
Durum budur. Gerisi yalandır. İçindeyken, yani ilişki sürerken gerçeği bilemezsiniz.
Bildirmezler. Araya girerler. Kimler, neler? Hırs. Ekonomik şartlar. Cinsel çekicilik. Alışkanlık. Birbirine mecburiyet. Hepimizde var olan sevgiliyi kahramanlaştırma eğilimi. Falan, filan. Ancak... Her şey bitince. Sular durulunca.
Heyecan dinince. Zaman geçince. Sevgiliniz çıplak kalınca... Anlarsınız áşık olup olmadığınızı.

* * *
Düşünün şöyle bir...
Tarih olmuş sevgililerinizi aklınızdan geçirin. Hani o deli gibi kıskandığınız birisi vardı... Ne o? Yüzü gözünüzün önüne gelmiyor tam olarak değil mi? Hani bir de ayrılırsanız öleceğinizi zannettiğiniz birisi vardı... Biliyorum, şimdi adını bile anmak istemiyorsunuz. Peki onu kaybetmenin dünyanın sonu olacağını düşündüğünüze ne oldu? ''Hayatıma girmeseydi de olurdu'' diyorsunuz, duyuyorum. Düşünmeye devam edin..

Biri var ki... Onu hatırlayınca derinlerde bir yerde bir sızı duyuyorsunuz. Zaten o tam olarak çıkıp gitmedi ki hayatınızdan.. Artık hiç görüşmeseniz de var o. Bir yerlerde saklı duruyor. Siz onu gerçekten sevmiştiniz. Aşk biter ama izi kalır. Her ilişki bir sürü anı bırakır ama iz bırakan aşktır. Ve galiba bir kere áşık olur insan ömründe. Ve maalesef onu da ötekiler gibi yaşar. Keşke o sırada farkında olabilse.... Hayatının aşkı olduğunu bilse. Gerçi bilse ne olacak? Hiç.

Yine de bitecek.

* * *

Şu anda aşktan aşka koşanlar bu dediklerimden bir şey anlamayacaklardır. Anlamak için biraz durulup uzaktan bakmak lazım.

Pakize SUDA

Aylün KOTİL'den

Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti, 'Sen eğitimcisin neler öğretmem gerekiyor, bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum' dedi. Sorusu kolaydı ama, yanıtı zordu, akıl vermesi basitti ama uygulaması karmaşıktı, anlatmaya başladım:
Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın. İşine zaman harcarsan İşinden, eşine zaman harcarsan eşinden, çocuğuna zaman ayırırsan da ondan karşılığını alırsın.
Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını...

Kıskanmamayı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden 'neden ben değil de o?'demeden...

Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini. Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona nokta.

Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini. Kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu, gidilen Yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret. Kitaplardan keyif almasını, ders çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını, ama okumayı sevmesini öğret ona.

Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum, ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı. Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret ona, sıkılıp ta kendini yönlendirmeyi bulmasını.

Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat. Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla. Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğret, belki büyüdüğünde bir gece sevgilisine ateş yakar ve belki binlerce yıldızın altında birbirlerine sarılırlar, bunu öğretmemiş diğer sevgililerin aksine...

Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona. Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret. Alın terine saygıyı öğret ona.

Aşk acısı çekmenin hiç aşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret.

Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret, başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı...

Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret. Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat.

Hayatı sorgulamayı öğret ona... Bilginin en büyük güç olduğunu öğret.

Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret.

Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmesini öğret ve haklıyken dik durmasını. Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini öğret.

Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı...

"İstemiyorum", "hayır" demeyi öğret ona, istediğinde ise "istiyorum" demeyi, Sevdiğinde ise "seni seviyorum" diyebilmeyi öğret ona.

Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını...

Sorgusuz sevmeyi...

El yazısı ile notlar yazmayı...

Lafı dolandırmamayı...

Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona.

Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını, İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret...

Ama en çok da kendini sevmesini öğret... Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini... Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini... Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını...

Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona...

Sevgi

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" Bakın göstereyim demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasındanda derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. "Ermiş bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. Peki demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine şimdi demiş ermiş, sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek
kalkmışlar sofradan işte demiş ermiş, 'kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse,o aç kalacaktır. ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu da unutmayın, gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır daima.

Hero ve Leandros

Ölümsüz Bir Aşk Hikayesi



Su her gün karsimizda gördügümüz Bogaziçi'nin güzelligini müjdeleyen
Kizkulesi var ya, bir zamanlar bu kulede bir kiz yasarmis derler,
ona asik bir delikanli her gece Galata'dan kuleye yüzer, sevgilisine
kavusurmus. Bir gece firtina çikmis, deniz delikanliyi alip
götürmüs, ölü gövdesini ertesi sabah kulenin dibine atmis. Bu masal
Kizkulesi için anlatilir, oysa, Hero ile Leandros'un efsanesi
aslinda Bogaziçi'nde degil, Çanakkale Bogazinda geçer.

Ama masal bu,
sahnesi nerede olursa olsun, bir hayal, birde hakikat payi tasir.
Istanbul limaninin süsü bugün de dimdik ayakta duran sevimli
Kizkulesi bu masali kendine yakistirmis ya, dogru veya yanlis,
varsin sahibi o olsun bundan böyle. Bir varmis, bir yokmus,
Çanakkale Bogazinin en dar oldugu yerde biri Sestos, öbürü Abydos
diye iki sehir varmis. Abydos, Anadolu topraklarinda, Sestos da
karsida Trakya kiyisindaymis. Bogazin en dar geçidi, Naraburnu
yillar yili kahramanlik destanlarina sahne olmus gerçi, ama
insanligin kara günlerini dile getiren bu olaylar, dalgalarinin bir
ask faciasina sebep oldugunu unutturmustur bize. Abydos'ta adi
Leandros olan bir kral oglu yasarmis, Sestos'ta adi Hero olan ask
tanriçasi Aphrodite'nin bir rahibesi varmis. Hero ile Leandros gönül
vermis birbirlerine. Neden vermisler, nasil vermisler ? Masal
açiklamiyor bunlari. Sevgililer birbirlerini niçin sevdiklerini,
sevgi kivilcimlarinin yüreklerinde ne zaman çaktigini bilirler mi ?
Biz diyelim ki, bir bahar günü Sestos'ta bayram yapilmis,
Aphrodite'nin çok genç ölen sevgilisi Adonis'in serefine bir
bayrammis bu. Adonis, veya Temmuz (temmuz adinin adi oradan gelir)
agaç kabugundan dogmus, çiçek gibi körpe, canli bir çocukmus.
Aphrodite onu görür görmez, güzelligine vurulmus, çocugu yer alti
tanriçasi Persophone'ye vermis, büyütsün diye. Ne var ki, karanlik
ülkenin tanriçasi da çocuga tutulmus. Aphrodite'ye geri vermek
istememis. Tanrilarin babasi Zeus kizlarinin arasini bulmak için
Adonis yilin üçte birini yeryüzünde Aphrodite ile, üçte birini
yeraltinda Persephone ile, geri kalanini da kendi nerede dilerse
orada geçirecek diye kesip atmis. Ama Adonis yilin sekiz ayini
Aphrodite'nin yaninda geçiriyor, yalniz dört ay iniyormus karanlik
ülkeye, Persephone kiskançligindan bir yaban domuzu salmis
ormanlara, hayvan Adonis'i avlanirken yaralamis, öldürmüs. Can
çekisen sevgilisinin yanina kosarken Aphrodite'nin ayagina bir gül
dikeni batmis. O güne kadar beyaz olan gül, tanriçanin kaniyla al
renge boyanmis. Tanriça, Adonis'in gövdesinde ne kadar kan damlasi
varsa, o kadar gözyasi dökmüs, topraga dökülen her damla kandan bir
lale, her damla yastan bir kirmizi gül fiskirmis. Bundan böyle bahar
bayraminda kadinlar, " Ah Adonis! Vah Adonis!"diye bagirip
dövünürler, tören yaparlarmis. Leandros, Hero'yu bu törenlerin
birinde tepeden tirnaga kirmizi güllerle donanmis olarak görmüs
belki. Çiçeklerin kadife kirmizisi, kizin sütbeyaz güzelligini daha
da belirtiyordu. Abydos'lu kral oglu Sestos'lu, rahibeye ne pahasina
olursa olsun kavusmak istedi. Ne yapsin ki, Hero rahibeydi, Bir
erkege varamazdi, rahibe kaldikça kizligini korumaliydi. Iki sevgili
bakislariyla mi anlastilar, yoksa mektuplastilar mi, efsane bunu
anlatmiyor, ne varki, Leandros Anadolu kiyisindan Sestos'a geçmek
için yanip tutusuyordu. Bir gece dalgalara bakarken, Sestos'taki
kulenin tepesinde bir atesin yandigini gördü. Hero kuleye çikmis,
sevgilisine, "Gel, gel!" diye bir mesale salliyordu. Deniz durgundu,
ay suda hafifçe dalgalanan isiltilariyla Leandros'a bir yol çiziyor
gibiydi. Leandros dayanikli bir yüzücüydü. Karsi kiyida Hero'ya
varan isik yolu ise kisa görünüyordu Dalgaciklar, "Gel, biz seni
götürürüz" der gibi fis fis ediyor, kuledeki mesale
çagiriyordu.Leandros suya daldi, var gücüyle yüzdü. Bogazin serin
akintilari yanan gönlünün atesini dindirecegine, sevgiyle hizlanan
gövdesine arttikça artan bir güç katiyordu. Hero'nun elinde sallanan
mesale gittikçe yakinlasiyordu. Adonis bayraminda gördügü pembe
beyaz kiz simdi gümüs ve altin rengi isiltilar saçiyordu. Bir kulaç,
bir kulaç daha, ona kavusacak, ince gövdesini kolarinda saracak,
dudaklarini dudaklarina alip sevgisinin yumusakligini tadacakti.
Leandros artik yüzmüyor, su firtinasi arasinda uçuyordu. Son bir
kulaçla karaya ayak basti, soluk bile almadan kumsaldan yukari
kostu. Kulenin kapisi açikti, içeriye daldi, merdivenleri tirmandi.
Ilk defa birbirine sarilacak bir kadinla bir erkek nasil bir an
duraklar, karsilarina çikan mutluluga nasil saskinlikla inanmadan
bakarlarsa, Hero ile Leandros da öyle durakladilar, bakistilar.
Mesale söndü, Sestos kulesi kapkara bir tas yigini gibi yükseldi
gene ay isiginda. Bir gece, bir gece daha, her gece Leandros kulede
sallanan mesaleye dogru yüzüyor, her gece Hero'ya kavusuyor ve her
sabah doymadan, yaz gecelerinin kisaligina üzülerek dönüs yolunu
tutuyordu. Yaz geçmis, bogazda dondurucu poyrazlar esmeye
baslamisti. Ne var ki, Sestos kulesinde mesalenin yandigini gördü
mü, ne rüzgar, ne dalga, ne soguk durdurabiliyordu Leandros'u.
Denize dalar dalmaz en yüksek dalgalari yara yara yüzüyor,
yorgunlugunu duymadan variyordu karsi yakaya. Hero korkmaya
baslamisti, denizden çikan sevgilisinin buz gibi bedenini sararken
bir tehlike sezinleyerek ürperiyordu. Hizla esen bora mesalesini
söndürecek gibi oluyordu bazi geceler. Yine de gelme diyemiyordu
Leandros'a. Öpüsmemek, kavusmamak, biri bogazin bir kiyisinda, öbürü
öbür kiyisinda bütün bir gece ayri kalmak akla sigmayan, olmayacak
bir seydi. Bir gece firtina daha sert esti, Hero'nun elindeki
mesaleyi söndürdü, dag gibi yükselen dalgalar Leandros'un çirpinan
gövdesini döve döve Sestos'tan çok ötelere sürdüler. Delikanli bütün
gücüyle karsi koymaya çalisti, ama kulenin tepesindeki isigi
görmüyordu ki, nereye dogru yüzecegini bilsin. Yol gösteren ay
isigini kara bulutlar kaplamisti. Leandros'un yüregindeki ates
yaniyordu daha, ama kollarinin, bacaklarinin gücü tükenmisti. Buz
gibi bir donukluk sariyordu bedenini. Ne oldugunu bilmeden birakti
kendini denize. Sabah karsi dalga ölüsünü atti Sestos kiyilarina.
Kursun gibi bir sabahti. Hero sönen mesalesini yine yakmis, bitkin
ellerinde tutuyordu. Kiyiya çarpan ölüyü görünce, ona ölümde olsun
kavusmak için kendini denize atti.
Kalp ameliyatı oldum. 4 ay rapor aldım ve bu 4 ayın sonunda rapor paramı almak için Fatih SSK'ya gittim. Klasik bir şekilde eksik evrakları parti parti söyledikleri için 3 gün uğraştım ve büyük gün geldi. Param hesaplanıyor. Bankodayım, sorular geldi :
- Hastanede yattın mı?
- Herhalde abi, dedim, henüz evlerde kalp ameliyatı yapamıyorlarmış.
Hiç yorum yapmadı ve 2. soruya geçti :
- Çıktın mı peki? Ve ben dumur...
- Hayır, hala akşamları işten sonra yatmaya hastaneye gidiyorum. Ve kafamı duvarlara vurduracak soru geldi. Espri bile anlamaktan aciz bu adam sordu :
- İstanbul'da kimsen yok mu yahu. Niye hastanede kalıyorsun ki hala?

.................................

Geçen gün aksam vakti dolmuşta gidiyorum, arkadan teyzenin biri bağırdı:
- "Evladım şu sarı kamyonetin yanında indiriver."
Dolmuş şoförü dumur olmuş bir vaziyette:
- İyi de teyze, o kamyonet hareket halinde, nerde duracağını nerden bileyim...

.................................

Geçen sene Hava Harp Okulunun sınavı'na gitmek için Bursa Terminali'nde otobüsümü bekliyordum. Bu arada ilginç bir olaya tanık oldum. Adamın teki karısını İstanbul'a
yollamak için bir otobüs firmasından bilet almıştı.Fakat otobüs firması adama
ayırdığı bileti başkasına satmış. Adamda bu sinirle gişede görevli olan memura şu şekilde bağırıyordu:
- "Hepinizi şikayet ederim ben onu bunu anlamam.Karımı .ike .ike götüreceksiniz Istanbulaaaaa..."

.................................

Şimdi arkadaşımla Taksim'de takılıyoruz. Bir adam ağlayan çocuğunu susturmaya çalışıyor. Yanında da bir polis var; sonra adam çocuğa dedi ki:
- "Sus yoksa seni polise veririm."
Yandaki polis de bir dellendi:
- "Lan geri zekalı, biz adam mı yiyoruz da bize veriyon çocuğu?

.................................

Bir gün İzmir' de belediye otobüsünde gidiyoruz arkadaşlarla. Bizim arkadaş boş
yer buldu ve oturdu. Sonraki durakta da eli bastonlu yaşlı bir amca geldi. Arkadaş da kıllığına adama yer vermedi. Adam o arkadaşın oturduğu koltuğun yanına geldi ve ayakta arkadaşın yer vermesini bekliyor. Fakat arkadaş yerini vermedi.
Neyse adamcağıza da yazık, bastonu otobüs hareket ettikçe bir o tarafa bir bu tarafa kayıyor.
Arkadaş dayanamadı ve yaşlı amcaya :
- 'Amca bastonun ucuna lastik takarsan kaymaz' dedi.
Adam şöyle baktı, sonra;
- 'O lastiği zamanında baban taksaydı şimdi sen olmazdın, ben de orada oturuyor olurdum'deyince bütün otobüs koptu. Arkadaş o gün bu gündür belediye
otobüsüne binmez.

.....................................

Bir gün arkadaşla dolmuş bekliyoruz. Üst geçit var ama kendi halinde bir kadıncağız yayaya kırmızı yanarken caddeden geçmeye çalışıyor. Üst geçidin altında beklemekte olan polis otosundan şöyle bir anons yapılıyor:
- Hanım nireeee, hanım nireee?
Teyzeden cevap:
- Eltimgileee, beyimin haberi var. Sana ne kiii.

Kartallar ve İnsanlar

Kartallar ve İnsanlar Kartal, kuş türleri içinde en uzun yasayanidir. 70 yila kadar yasayan kartallar vardir. Ancak bu yasa ulasmak için, 40 yasindayken çok ciddi ve zor bir karar vermek zorundadir.Kartalin yasi 40'a vardiginda pençeleri sertlesir, esnekligini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sagladigi avlarini kavrayip tutamaz duruma gelir. Gagasi uzar ve gögsüne dogru kivrilir. Kanatlari yaslanir ve agirlasir. Tüyleri kartlasir ve kalinlasir. Artik kartalin uçmasi iyice zorlasmistir. Dolayisiyla kartal burada iki seçimden birini yapmak zorundadir:- Ya ölümü seçecektir,- Ya da yeniden dogusun acili ve zorlu sürecini gögüsleyecektir.Bu yeniden dogus süreci 150 gün kadar sürecektir. Bu yönde karar verirse kartal bir dagin tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artik uçmasina gerek olmayan bir yerde, yuvasinda kalir. Bu uygun yeri bulduktan sonra kartal gagasini sert bir sekilde kayaya vurmaya baslar. En sonunda kartalin gagasi yerinden sökülür ve düser. Kartal bir süre yeni gagasinin çikmasini bekler. Gagasi çiktiktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çikarir. Yeni pençeleri çikinca kartal bu kez eski kartlasmis tüylerini yolmaya baslar. 5 ay sonra kartal, kendisine 20 yil veya daha uzun süreli bir yasam bagislayan meshur yeniden dogus uçusunu yapmaya hazir duruma gelir. Kendi yasamimizda sık sık bir yeniden dogus süreci yasamak zorunda kaliriz. Zafer uçusunu sürdürmek için, bize aci veren eski aliskanliklarimizdan, geleneklerimizden ve anilarimizdan kurtulmak zorundayiz. Ancak geçmisin gereksiz safrasindan kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin yeniden dogusumuzun getirecesi olağanüstü sonuçlarından tam olarak yararlanabiliriz.






Ana fikir

Evlilik Oncesi Bir Ani
Mutluydum. Kiz arkadasimla bir yildan beri nisanliydik ve evlenmeye karar verdik. Ailem bize her türlü yardimi yapti,arkadaslarim cesaretlendirdiler ve kiz arkadasim ruya gibiydi!Fakat beni rahatsiz eden bir sey vardi; nisanlimin kucuk kiz kardesi. Mustakbel baldizim açık saçık giyinen yirmi yasinda bir afetti.Ne zaman yakinima gelse one egilip ic camasir sovu yapardi.Bunu baskalarini yaninda yapmadigi için temkinli olmaliydim. Bir gun baldiz dugun davetiyelerini kontrol etmek için beni yanina cagirdi. Yanina vardigimda yalnizdi; yakinda evlenecegimi, bana karsi engelleyemedigi ve engellemek istemedigi duygu ve arzularinin oldugunu kulagima fisildadi. Ve evlenmeden önce benimle yatmak istedigini söyledi. Soyleyecek bir kelime bulamadim. Tamamen soke olmustum.
"Yukari yatak odama çikiyorum ve eger beni istiyorsan yukari gel"dedi.
Afallayip kalmistim. Merdivenleri çikarken arkasindan sok içinde bakiyordum. Bir kaç dakika öylece kalakaldim. Sonra arkami donup on kapiya dogru yurudum.Kapiyi actim ve evden cikarak arabama dogru yurumeye basladim ki,mustakbel kayinpederim disaridada bekliyordu. Gozyaslari icinde sevgiyle bana sarilarak,
'Kucuk sinavimizi basariyla gectigin icin hepimiz çok mutluyuz,kizimiza senden iyi bir damat bulamazmisiz.Ailemize hosgeldin."dedi.
Hikayenin ana fikri... Prezervatif daima arabada durmali.

Kaybetmek sana düşer

Yani diyorum ki aradan geçen onca yıldan sonra bir de dönüp bakarsın ki
hepsi kocaman bir boşlukmuş...

Sen saçımı süpürge ettim diye övünürken yıpranan eski süpürgenin en iyi
ihtimalle kapı arkasına bırakıldığını fark edersin...

En iyi ihtimalle kapı arkasında kaldığını anladığında üstelik...

Bu yüzden mazlum olarak yaşamayı tercih etmek yanlış olmalı diyorum.

Bu yüzden kimse kimseyi kandırmasın diyorum.

Bu yüzden kimse kendisine yalan söylemesin diyorum...

Arkadaşından daha çok üzülemez kimse arkadaşının kederli yalnızlığına...

Uzantısı bir biçimde kendinde bitmiyorsa, hiçbir felaketin fazlaca önemi
yoktur günümüz bencil insanının değerlerinde.

Yalan mı?



Tercih edilmeyen olmak öfkeli ve yalnız kılar insanı, bilirim!

Oysa hayatta her şey yüzde elli ihtimal üzerindedir.

Ya terk edilen kişi olursun ya da uğruna her şeyin feda edildiği...

Ya bırakılansındır ya da bırakan.

Ya kurbansındır ya da kahraman...

Ve çoğu zaman hayat her iki uç arasında sürükler insanı.

Ömrünün bir noktasında zafer sarhoşluğu yaşarken bir bakarsın ki
yenilmişsin...

İşte o zaman, kazandım ya da kaybettim sanmanın bir önemi kalmıyor...

O halde?

O halde?

O halde sevgili okur...

Neden kurban olmanın güzel olduğunu sanıyor insan?

Kendine acımayı ve acındırmayı neden seviyor?


***

Yani diyorum ki:

Düştüysen eğer, düştüğün yerden neden kalkmıyorsun?

Daha ne kadar ağlayacaksın orada?

Ne kadar sızlanacaksın?

Asil, acılı, mazlum bir zavallı kurban olmayı kabul etmek hiçbir şey
kazandırmayacak sana.

Senin hayatın akıp gidecek gözlerinin önünde.

Ve o hayat sen her anlatmaya kalktığında can sıkan sıradan hikâyelerden biri
olarak kalacak...

Üzgünüm...

Kaybeden rolünü bu kadar benimsersen, sana daima kaybetmek düşer!

İclal Aydın

Kadınlar ve Erkekler

1- Kadin/Erkek
2- Kadin/Kadin
3- Erkek/Erkek

1. Versiyon Kadin/Erkek:

Bir erkegin hayati nasil karartilir?

Kadin: Sacimi kestireyim mi?
Erkek: Olur.
Kadin: Ama kiyamiyorum.
Erkek: Oyleyse kestirme.
Kadin: Canim degisiklik istiyor...
Erkek: O halde kestir.
Kadin: Bana akil vermeyi birak, delilere verir gibi.
Erkek: Eger nasil hosuma gittigini bilmek istiyorsan, sana derim ki uzun sacli. Bunu biliyorsun.
Kadin: Beni tanidiginda kisaydi.
Erkek: Ve sana tam olarak ne dedigimi hatirliyorum: "Ne guzel olurdun uzun sacla".
Kadin: Ama herkes kesmemi soyluyor.
Erkek: Bu durumda kuafure git ve birak uyuyayim lutfen. Bunu senden Allah rizasi icin istiyorum.
Kadin: Peki nasil kestireyim? Kat kat mi yoksa percemli mi?
Erkek: Kat kat.
Kadin: Bana yakisacagini sanmiyorum, cunku sacim cok duz.
Erkek: Birak percemli olsun.
Kadin: O da cok yorucu.
Erkek: Yordugu zaman tekrar kestirirsin.
Kadin: O zaman asla uzatamam.
Erkek: Uzatmak istiyorsan kestirme guzelim.
Kadin: Bana guzelim demesene !!!
Erkek: ?!?!?!?!!

2. Versiyon Kadin/Kadin:

1.Kadin: Ah sekerim sacini mi kestirdin? Ne kadar guzel olmussun!
2.Kadin: Ay sahi mi soyluyorsun? Ben pek emin olamiyorum. Ay cok mu kisa oldu acaba?
1.Kadin : Amaaan ne alakasi var. Benim yuzum bu kadar genis olmasa ayni kesimi ben de denerdim. Benim su sacim klasik oldu artik,yeni bir modele hic cesaret edemiyorum.
2.Kadin: Ayy yapma Allah askina nesi varmis yuzunun. Bak soyle suralarindan kat verdirsen, harika olur! Benim de boynum uzun olmasa ayni seninki gibi bir model yaptirirdim.
1.Kadin: Ah sekerim sen de bir alemsin. Keske benim de boynum seninki gibi olsa. En azindan su cokuk omuzlarimin dikkat cekmesini engellemis olurdum.
2.Kadin: Ayol sen ne diyorsun? Senin omuzlarin gibi omuzlari olsun isteyen bir suru kiz var. Giydigin her sey sana oyle yakisiyor ki.Bir de benim su kisa kollarima bak. Omuzlarim seninkiler gibi olsaydi, giydigim bluzlar ustumde emanet gibi durur muydu?
...virvirvir, dirdirdir...

3. Versiyon Erkek/Erkek:

1. Adam: Sacini mi kestirdin?
2. Adam: Evet
1. Adam: Sihhatler olsun abi!..
2. Adam: Sag ol...

Olay budur...:)))))

Kadınlar ve Erkekler

1- Kadin/Erkek
2- Kadin/Kadin
3- Erkek/Erkek

1. Versiyon Kadin/Erkek:

Bir erkegin hayati nasil karartilir?

Kadin: Sacimi kestireyim mi?
Erkek: Olur.
Kadin: Ama kiyamiyorum.
Erkek: Oyleyse kestirme.
Kadin: Canim degisiklik istiyor...
Erkek: O halde kestir.
Kadin: Bana akil vermeyi birak, delilere verir gibi.
Erkek: Eger nasil hosuma gittigini bilmek istiyorsan, sana derim ki uzun sacli. Bunu biliyorsun.
Kadin: Beni tanidiginda kisaydi.
Erkek: Ve sana tam olarak ne dedigimi hatirliyorum: "Ne guzel olurdun uzun sacla".
Kadin: Ama herkes kesmemi soyluyor.
Erkek: Bu durumda kuafure git ve birak uyuyayim lutfen. Bunu senden Allah rizasi icin istiyorum.
Kadin: Peki nasil kestireyim? Kat kat mi yoksa percemli mi?
Erkek: Kat kat.
Kadin: Bana yakisacagini sanmiyorum, cunku sacim cok duz.
Erkek: Birak percemli olsun.
Kadin: O da cok yorucu.
Erkek: Yordugu zaman tekrar kestirirsin.
Kadin: O zaman asla uzatamam.
Erkek: Uzatmak istiyorsan kestirme guzelim.
Kadin: Bana guzelim demesene !!!
Erkek: ?!?!?!?!!

2. Versiyon Kadin/Kadin:

1.Kadin: Ah sekerim sacini mi kestirdin? Ne kadar guzel olmussun!
2.Kadin: Ay sahi mi soyluyorsun? Ben pek emin olamiyorum. Ay cok mu kisa oldu acaba?
1.Kadin : Amaaan ne alakasi var. Benim yuzum bu kadar genis olmasa ayni kesimi ben de denerdim. Benim su sacim klasik oldu artik,yeni bir modele hic cesaret edemiyorum.
2.Kadin: Ayy yapma Allah askina nesi varmis yuzunun. Bak soyle suralarindan kat verdirsen, harika olur! Benim de boynum uzun olmasa ayni seninki gibi bir model yaptirirdim.
1.Kadin: Ah sekerim sen de bir alemsin. Keske benim de boynum seninki gibi olsa. En azindan su cokuk omuzlarimin dikkat cekmesini engellemis olurdum.
2.Kadin: Ayol sen ne diyorsun? Senin omuzlarin gibi omuzlari olsun isteyen bir suru kiz var. Giydigin her sey sana oyle yakisiyor ki.Bir de benim su kisa kollarima bak. Omuzlarim seninkiler gibi olsaydi, giydigim bluzlar ustumde emanet gibi durur muydu?
...virvirvir, dirdirdir...

3. Versiyon Erkek/Erkek:

1. Adam: Sacini mi kestirdin?
2. Adam: Evet
1. Adam: Sihhatler olsun abi!..
2. Adam: Sag ol...

Olay budur...:)))))

Bebeğin güncesi (Kaynak Ekşi Sözlük)

1. gün
böylesi kötü bir başlangıç beklemiyordum.oha hortumumu bile kesmişler! meme diye, süt diye birşey varmış.nerden nasıl bulunur bu ya?hayattan daha 1. günden soğutacaklar beni.

2. gün
meme buldum ama bundan süt gelmiyor, emiyorum allah emiyorum, tık yok, süt başka yerde mi? neyse biraz daha emdim geldi, fazla abanınca meme sahibi kişilik bağırdı, ne bağrıyosun açım ben! çok yalnızım be sözlük.hayır bişi değil içerdeyken de yalnızdım ama yediğim önümde yemediğim arkamdaydı en azından, bak yine aklıma geldi, hortumu bile kestiler yaa!uykum geldi yine. zzzzz!

3. gün
memeyi sevdim, bu dünyadaki tek dostlarım bu iki meme. iyi ki varsınız.

4. gün
bugün bir sürü olaylar oldu, gürültü yaptılar, başka bir yerlere gittik galiba. memeden ayrılınca bağrıyorum geri geliyor, sonra uyuyorum, uyanıyorum bir bakıyorum meme yok, neyse ama tekrar bağrınca geri geliyor nasılsa. kaka yapmak da zevkliymiş be, eskiden yapamıyordum.

5. gün
bugün 15 kez kaka yaptım, rekorumu geliştirmeliyim. dikkat ettim de her yaptığımda temizliyorlar, bunu sevdim. dikkatimi çeken bir noktada şu ki, amma koca kafalıyım be arkadaş, ağır mı ağır tutamıyorum şerefsizim, pat o yana, pat bu yana, dikkat etseler bari de çatlatmasak daha ilk günden.

6. gün
avucuma ne verseler hemen tutuyorum, tik gibi birşey, maalesef farkettiler, herkes parmağını veriyor avucuma, mecburen tutuyorum, alemin maymunu oldum iyi mi?bu arada ne çok uyuyorum ya arkadaş, atamadım şu yorgunluğu, daha çok süt içeyim en iyisi. hayır içtikçe de yoruluyorum o da ayrı, nerde o eski günler, hortumdan geliyordu ne güzel, şimdi em allah em, bak yine aklıma geldi, şerefsizler kesti hortumu yaa.

7. gün
bugün solaryuma girdim, sarılık mı ne ondanmış. yine uykum geldi.

8. gün
biraz daha iyi hissetim kendimi, daha çok süt içiyorum artık.kaka yapma işini de tam alt açma anına denk getiriyorum ki etraf pislensin, eziyet olsun. naapayım ama alt açıkken daha rahat roketleyebiliyorum. kaka yaparken başka birşey daha yapıyorum galiba, anlamaya çalışacağım bakalım.

9. gün
çok fena hıçkırık tutuyor, geçsin diye nefesimi tutayım dedim onu da beceremedim, neyse ki süt içince geçiyor. bu süt her derde devaymış,bugün bunu gördüm.

10. gün
sütten başka birşeyler verdiler, var ya, yeter artık be, tam alışıyordum yine dayadılar başka birşey, hayret bişi ya, vitaminmiyiş neymiş.bu arada memelerin arasından dün gördüğüm lavuk gündüzleri piyasada yok akşamları geliyor sadece, hadi bakalım hayırlısı.

11.gün
al işte, başladı yine bir arıza. sütten sonra çok feci karnım ağrıyor, böyle gaz gibi bişi, eğilip bükülüyorum, binbir şekile giriyorum çıkaracağım diye. sırtımı falan sıvazlayın bari be kardeşim.

12. gün
bütün gün gazdan kıvrandım arkadaş ya, bela oldu başıma,yaygarayı bastım ben de. uyutmadım, diktim bunları da hazır asker. sonra bir saldım ki evlere şenlik, akabinde uyudum hemen gerisini hatırlamıyorum

13. gün
annemin suratına sıçtım. tamam utandım biraz da insan bebeği götünden öper mi yaa. ayıp oldu di mi? naapıyım abi, neyse fazla kızmadı herhalde.

14. gün
anneme kırmızı renkli birşeyler içiriyorlar, o zaman süt daha bi randımanlı oluyor sanki, böyle tadı da hoşuma gidiyor, şu memelere bir rating aleti taksalar da hangisini sevip hangisini sevmediğimi söyleyebilsem.

15. gün
topuktan kan alıp duruyorlar, metin olayım çok ağlamayayım diyorum ama canım yandı be arkadaş, hayır ondan sonra da hemen süt verince sakinliyorum, kızgınlığım geçiyor, ağız tadıyla asabiyet yaptırmıyorlar,şu memelere karşı biraz daha dikbaşlı durabilsem.

16. gün
şu memeleri çok sevdiğimi bir kez daha anladım, çok seviyorum onları, onlardan ayrılınca içimi bir huzursuzluk kaplıyor, en iyisi onlardan uzaklaştığım anda yaygarayı basayım ben. bugün benden biraz büyük biri geldi yanıma, sevme amaçlı olsa gerek bir geçirdi başım dönüyo hala.sonradan öğrendim kuzenmiş, neyse yazdım kenara intikam alınacak.

17. gün
etrafı daha net seçer oldum, ama el ve ayak koordinasyonu hala zayıf, memeyi kavrayabiliyorum ancak. bir de bu eller ve ayaklar bana mı ait tam olarak emin değilim, sallıyorum öyle, zevkli birşey. yüze ve gözlere dikkat etmem lazım ama, tırnaklar tehlikeli. diğer yandan annem bugün onları kesmeye çalıştı ama huysuzluk ettim, etmeseydim daha iyi olacaktı galiba, bak çizdik tam gözün altını yine.

18. gün
elime torbalar taktılar, kafaya çarpınca artık acıtmıyor, yara bere de yapmıyor. sanırım onlar da beni seviyor, iyiliğimi düşünüyorlar.aslında hala çıktığım yeri özlüyorum, geri girme imkanım olmaz mı acaba?

19.gun
nihayet o adamin neden eve sadece akşamlari geldigini anladim megerse bana ve anneme bakmak icin gunduz calişiyomuş.. aferin gozume girdi şimdi bak!..

20. gün
tabii ya, annemin karnındayken de duyuyordum o adamın sesini sık sık. ona da ilgi alaka gösterdim, bağırdığımda bazen o alıyor beni kucağına, meme vardır diye saldırdım ama vermedi. bir ara meme açıkken kıstırdım ama emme olayından bir randıman alabilmiş değilim, meme yüzeyi bayağı bir farklı.













21 Ocak 2007

Türk kafile hep beraber bir ucakta gidiyormus. Pilot aniden hostesleri cagirmis ve demis ki:
"Ucak dusmek uzere. tum yolculara atlamalarini soyleyin. Su anda deniz uzerindeyiz ve denize cok yakin ucuyorum, atlarlarsa kurtulma sanslari var ama atlamazlarsa herkes olecek!!!"

Tabi boyle bir seyi insanlara yaptirmak cok zor. Hosteslerden akilli bir tanesi dusunmus tasinmis herkese uygun bir dille anlatilirsa ucaktan atlamalari saglanir diye karar vermis ve ilk olarak Amerikali kafilenin yanina gitmis:
"Sayin yolcularimiz; uzerinde bulundugumuz alan Japonlarin arastirma laboratuarlariyla kapli. Eger oraya ulasirsaniz tum Japon teknolojisi sirlarini kaparsiniz!" Butun Amerikalilar kosarak cikisa gitmis ve atlamis; Sonra hostes Ingilizlere yonelmis:
"Sayin yolcularimiz su anda dunyanin en genis ve verimli somurgeleri uzerindeyiz; eger hemen el koyarsaniz sonsuza dek sizin olurlar!" Butun Ingilizler hevesle atlamis; Sira Fransizlara gelmis.
hostes: "Bayanlar baylar, affedersiniz rahatsiz ediyorum; fakat rica etsem ucaktan atlar misiniz? şimdiden tesekkur ederim" demis Fransizlar: "tabi, mersi!" demis ve sirayla atlamislar.
Hostes bu kez Almanlara yonelmis:"Laaaan! atlayin cabuk asagi!" diye bagirmis Alman kafile "heil" demis ve atlamis
Veee sira gelmis Turklereee. Hostes yandan yandan gulumseyerek ve hafif de dayanarak soyle demis:
"Siz var ya... buradan atlayamazsiniz!!!!!!"

17 Ocak 2007

yalancı polis

Adam trafikte "alcaktan ucarak" giderken polise yakalanir...kenara ceker arabadan iner:
- Buyrun Memur Bey
- Beyefendi a$iri hiz yaptiginiz icin sizi durdurmak zorundayim,ehliyetiniz lutfen?
- Ehliyetim yok, son yaptigim kazada ehliyetime el koydular memur bey
- Peki aracinizin ruhsatini gorebilir miyim?
- Araba benim diil memur bey caldim ben bu arabayi
- Anlamadim nasil yani, siz bu arabayi caldiniz oyle mi???
- Evet memur bey, aa durun bi dakka torpido gozunde ruhsat olucakti, silahimi oraya koyarken ruhsat gibi bisi gordum galiba....
Polis iyice sasirir:
- Torpido gozunde silah mi var?!?!?!!?!?!?
- Evet memur bey, bu arabanin sahibi kadini vurduktan sonra cesedi bagaja koydum silahi da torpido gozune koydum...
- BI DE BAGAJDA CESET MI VAR?!?!?!!?!?!?!?!?!?!
- Evet memur bey.......
Trafik polisi bunu duyar duymaz amirini arar, arabanin etrafi bir anda polislerle dolar ve adami sorguya alirlar.... Ekipler amiri adamin ehliyetini ister, adam ehliyetini cikarir ki ehliyet gecerli temiz hicbir anormallik yok..bunun uzerine adamin ruhsatini ister, adam cikartir ruhsati da verir, ekipler amiri yine bakar ki araba adama ait.. derken adamdan torpido gozunu acmasini ister, adam acinca ortaya cikar ki orada da silah falan yok... ekipler amiri bir de bagaja bakmak ister adam bagaji acar orada da ne ceset ne bisi yok.. bunun uzerine ekipler amiri "Cok garip" der...."sizi durduran memurun anlattigina gore bu arabanin bi kadina ait oldugunu soylemissiniz, kadini öldürüp cesedi bagaja silahi da torpido gozune koymussunuz..." Adam guler: Inanamiyorum.... o simdi benim icin "asiri hizli gidiyodu" da demistir....

havaalanı

Genç is adami uçaga binmek üzere havaalanina gelir ve bilet kontrolü yapilan masaya giderek, elindeki valizleri teslim eder.Görevli; "Biletinizi alabilir miyim?" der. Adam biletini verir ve ekler; "Biletimden göreceginiz gibi New York'a gidiyorum. Ancak, verdigim yesil valizin Londra'ya, mavi olanin da Paris'e gitmesini istiyorum." Görevli kiz saskinlikla ; "Özür dilerim, ancak bunu yapmam mümkün degil". Bunun üzerine genç adam; "Bunu duyduguma çok sevindim. Geçen sene yapmistinizda!"

Hafıza İçin 10 Alıştırma

1- Ters el alistirmasi

Sag eliniz yerine biraz da sol elinizi kullanmaya baslayin. Saçlarinizi sol
elinizle tarayin, kalemi ters elinizle tutun gibi... Sonuç olarak, rutin
aliskanliklarinizi kirar ve beyninizin kullanmadiginiz diger yarisini da
harekete geçirmis olursunuz.

2-Çocuk oyunu alistirmasi

Ise veya alisverise giderken, tipki bir çocuk gibi merak içinde bütün
duyularinizi harekete geçirin. Bakin, dokunun, dinleyin, koklayin. Bu sekilde
çok ender yaptiginiz baglantilari canlandirir, beyninizin kapasitesini
artirirsiniz. Duyu organlarinizin ne kadar fazlasini kullanirsaniz, hafizaniz
her zaman canli kalir.

3-Harf alistirmasi

Elinize bir gazete ve bir fosforlu kalem alin. Sirasiyla paragraflari okuyun ve
çift yazilmis harflerin üzerini çizin. Mesela, çift 't' ve 'm'lerin
üzerini isaretleyin. Böylelikle konsantrasyonunuzun ne kadar uyarildigini
hemen hissedecek-siniz. Bu, zihnin canlanmasini artirir.

4-Polisiye alistirmasi

"Dün aksam su saatte ne yaptim, neredeydim, iki saat önce ne yaptim?" gibi,
genellikle polisiye romanlarinda sorulan sorulari kendinize yöneltin. Ve tabii
cevaplayin. Bu alistirma sonucunda yaptiklariniza karsi dikkatinizi
gelistirebilirsiniz.

5-Yürüyüs alistirmasi

Asker yürüyüsü gibi oldugunuz yerde hareket edin. Sol bacaginizi her
kaldirdiginizda, önce sag elinizle, sonra sol elinizle dizinize dokunun.
Böyle çaprazlama hareketlerle beyninizin her iki tarafini kullanmis
olursunuz.

6-Ressam alistirmasi

Burnunuzun ucunda bir firça oldugunu hayal edin. Bununla havaya en sevdiginiz
renkte yatay bir sekiz çizin. Bu çizim hareketleri, yorgun zihninizi hemen
canlandirir. Ayni zamanda beyni bloke eden stresi etkili biçimde yok eder.

7-Ajan alistirmasi

Bu alistirmayi daha çok sokakta yapacaksiniz. Çevrenizde bulunan arabalarin
plakalarina bakin ve plakadaki harflerden kelimeler, hatta cümleler türetmeye
çalisin. Böylece hem kelime hazinenizi gelistirir hem de beyninizi
canlandirirsiniz.

8-Resim alistirmasi

Bu alistirmayla alisveris listelerini çok kolay ezberleyebilir, hafizanizi
güçlendirebilirsiniz. Bunun için kalem kagit alin ve kagidin üzerine mum,
kaktüs, yonca gibi semboller çizin. Her resim bir sayiyi sembolize ediyor.
Ardindan sembolleri sayilara göre ezberleyin. Bu alistirmayla, zihninizde
listeler olusturmayi kolay basarirsiniz.

9-Otobiyografi alistirmasi

Düsünün ki, hayat hikayenizi tekrar yazmaniz gerekiyor. Burada, ise,
gittiginiz ilkokuldan baslayabilirsiniz. Bunun için en yakin arkadasinizi,
tipini, sinifinizin düzenini hatirlamaniz gerekiyor. Bu alistirmayla,
kisilerle ilgili hafizanizi harekete geçirirsiniz.

10-Hipnoz alistirmasi

Özellikle stresli anlarinizda olumlu kelimelerden destek almaya bakin. Bunlarla
olumsuz düsüncelerinizi yok edersiniz. Mesela, "Benim için gerekli olan her
seyi biliyorum ve çok sakinim" cümlesini tekrarlayabilirsiniz.

FIKRALARRRRR.....)))

DiS DOKTORU
Diş hekiminin odasına giren genç ve güzel kadın:
- Ah doktorcuğum, bu dişi çektirmektense çocuk dogurmayi tercih ederim.
Doktor gayet sakin bir ifadeyle:
- Kararinizi çabuk verin koltuğun ayarini ona göre yapacağım.

ÖĞRETMENİ SEÇTİM
Temel'in 3 tane sevgilisi vardır. Biri öğretmen, biri doktor, biri de santralcidir. Temel öğretmenle evlenmeye karar verir. Bunu bilen arkadaşı sorar;
- Niye öğretmen de diğerleri değil? diye...
Temel de ona döner:
- "Ula" der, bilmez misin doktorlar "bugün git yarin gel" der, santralci de "Şu an meşgul daha sonra tekrar deneyin" der. Ama ögretmen ne der?Hadi bir daha tekrarlayalim.

YANLIŞ NUMARA
"Alo efendim"
"Pardon galiba yanlış numarayı çevirdim">
"Dikkat etsene geri zekâlı "
"Geri zekâlı sensin, üstüne birde bit beyinlisin"
"Ne sen kiminle konuştuğunu biliyormusun???"
"Hayır"
"Ben İstanbul emniyet müdürüyüm"
(biraz sessizlikten sonra)
"Sen kiminle konuştuğunu biliyor musun?"
"Hayır"
"Ohhh çok şükür"

ÇEKİYORUM GÜLÜMSE
Savcı, morgdaki üç cesedi incelemek üzere gelmişti.Birinci ceset sırıtıyordu. Savcı nedenini sordu."Milli piyangoda büyük ikramiyeyi kazandı,sevincine dayanamadı,kalp krizi geçirdi ve öldü", dediler. İkinci ceset de sırıtıyordu. Savcı sordu;-Bu neden sırıtıyor? "Bunun da oğlu doğmuştu. Sevinçten kalbine yenik düştü" diye açıkladılar.Üçüncü ceset Temel'in kömür halindeki cesediydi. O da sırıtıyordu. "Bu neden oldu?" diye sordu savcı."Efendim, buna yıldırım çarptı" dediler.-Peki neden sırıtıyordu?-Fotoğrafını çekiyorlar sanmış.

MİNİ ETEK
Temel Dursun'a arabasının öyküsünü anlatıyordu:- "Bir gün otostop yapıyordum ki önümde, bir arabayla, mini etekli güzel bir bayan durdu ve beni arabasına aldı. Bir süre gittikten sonra kadın arabayı kuytu bir köseye çekti. Mini eteğini iyice yukarı çekip,
-"Benden ne istersen alabilirsin' dedi,Ben de arabasını aldım.
Dursun :
- "İyi etmişsin Temel, zaten mini etek sana hiç yakışmazdı."

YÜZÜNÜ KAPAT
Temel bir gün denize girmiş ama çırılçıplak.Köyün çocukları şaka olsun diye Temel'in butun elbiselerini alıp kacmislar,zavallı Temel de denizde öylece kalakalmis. Beklemiş gelen yok giden yok.Yardim edecek kimse de yok. Hava biraz kararınca ne yapsın bizim Temel cikmis denizden. Hemen az ilerdeki otların arasından usulca koyune doğru gitmeye baslamis.Otlak bitince evine de az kaldigi için ön tarafini eliyle kapatarak evine doğru koşmaya baslamis.O sırada Onu gören babası bagirmis:
"Ula salak uşak oranı kapayacagina yüzünü kapasana, kim taniycaksenin oranı?"

LEZBİYEN
Temel bara gitmiş. Yanındaki kadınla sohbet ederken kadın:
- "Ben lezbiyenim" demiş.
Temel lezbiyenin ne olduğunu sorunca kadın:
- "Ben yalnızca kadınlarla beraber olurum" demiş.Temel'in hoşuna gitmiş.
- "Pen ta sizin cibu lezbiyenum" demiş.

YANGIN
Adamın birinin evinde yangın çikmis. Komsulari yardıma kosmayip olayı seyretmeye baslayinca is basa düşmüş.Adam, İlk önce oğlunu yangının içerisinden çıkarıp dışarıda beklemesini söylemiş.Dalmış tekrar duman ve ateşin içerisine, kızını çıkartmış dışarıya.Sonra karisini,sonra köpeği ve kedisini. Daha sonra dışarı hiçbir şey getirmeden 3 kere daha içeri girmiş çıkmış. Onu seyreden komşularından biri sormuş; "Niçin yanan eve girip çıkıyorsun dışarı hiç bir şey getirmiyorsun?" diye.. "Kayınvalidem içeride!" demiş adam "Arada bir girip çeviriyorum.!"

Mahkeme Tutanakları

**HAKİM:-müvekkiliniz neden bosanmak istiyor avukat hanim?
-karsi taraf ile aralarinda düsünce farkliliklarindan kaynaklanan siddetli geçimsizlik bulunuyor sayin hakim
Hakim: -tabi biri aristo digeri descartes çünkü.

**yil 2005.istanbul 4. agir ceza mahkemesinde sahte raki imal etmek suçundan açilan davada saniklarin sorgusu yapiliyor.
sanik-.....lokantalardan filan topladigimiz siselere yaptigimiz rakilari doldurduk. mahkeme baskani- alinan parmak izi örneklerinde hem sizin hem de sabikali baska kisilerin parmak izi var.
sanik-dogrudur.
mahkeme baskani-bu ne pislik,bari siseleri yikayip doldursaydiniz.

*dava: uyuşturucu kaçakçılığı
sanık: takriben 65 yaşında bir amca
yer : ağır ceza mahkemesi
olay :amcanın ahırı ağzına kadar marihuana dolu olarak bulunmuştur.

hakim - amca anlat bakalım ne oldu?
sanık - içiciyim ben reisim.
hakim - nasıl yani? bir ahır dolusu esrarı mı içecektin?
sanık - yazları yetiştirir ve biriktiririm. kışları da içerim hakim bey.
hakim - (kahkahalar) kapatırım seni ahıra, kapına da iki jandarma koyarım,yaza kadar o otu bitiremezsen sonra görüşürüz.

* dava : tarihi eser kaçakçılığı
yer : ağır ceza mahkemesi
olay :arabanın bagajında roma dönemi büstler yakalanmıştır.

- anlat bakalım osman?
- tarlamı sürerken bu kafaları buldum hakim bey, tam müzeye teslim etmek üzere yola çıkmıştım ki tutuklandım. masumum hakim bey, tahliyemi isterim.
- osmannnn. osmannnnnnn. hatay'da bulduğun kafaları neden istanbul'daki müzeye teslim etmeye çalışıyorsun

* yer : beykoz adliyesi
yeni tck'nin 233/2. maddesi uyarınca hamile sevgiliyi terk edene hapis cezası verilebilecek olması nedeni ile şikayette bulunmak için savcıya giden avukat meslekdaşımıza;
- nedir bu avukat hanım?
- sevgilisinin hamile olduğunu bildiği halde terkeden şüpheli hakkında suç duyurusunda bulunacaktım.
- allah allah. (katibe seslenir)yeni tck'yı getirin. evet burada varmış madde.ilk defa karşıma çıkıyor.
- ya yeni bir madde.
- bu çocuk evlilik dışı mı şimdi?
- evet.
- burası istanbul.

*1940'lardan aktarılan bir anı: yaşlıca bir rum kadıncağız sanık kürsüsünde durmaktadır. duruşma uzadıkça uzar. kadıncağız şişmanlığın ve yaşı nedeniyle, mahalle karısı misali, tanık kürsüsüne yaslanıp belini bırarak ağırlığını bir tarafa vererek durur.
hakim: "hanım düzgün dur!" (sertliğiyle bilinen bir hakimdir)
beş dakika sonra kadıncağız dikilmekten yine yorulur, bu sefer ağırlığı öbür tarafa vererek bükük durur.
hakim: "hanım düzgün dur!"
kadıncağız tekrar toparlanır. bu olay birkaç kere tekrarlar. en sonunda hakim yine: "hanım düzgün dur!" dediğince kadıncağız lafı patlatır:
- a yeter bea! mahkeme mi yapiyoruz, fotogıraf mi çektiriyoruz?

* 2005 yılının kadıköy adliyesinde yaşanmıştır. becerikli bir katip,mübaşir hakim ekibine sahip mahkeme kadrosu, benim de birinde bulunduğum boşanma davalarını seri olarak karara bağlamaktadır. ancak bu arada listeye uyulmamakta hazır beklemekte olan kim varsa onlara öncelik de verilmektedir.arka arkaya davalar karara bağlandıktan sonra mübaşire "bizim duruşma vardı"diye danışan kimse kalmaz. mübaşir de hesabı hafiften şaşırdığı için koridora çıkıp bağırır:
"bilmemkaçıncı bilmemne mahkemesinde davası olan!"...
kimsecikler üzerine alınmaz. mübaşir açık olan kapıdan içeri bakar. teşkilat tam kadro hazır müşteri beklemektedir. döner tekrar koridora bağırır:
- haydi! yok mu boşanmak isteyen?>

* bir avukat amerikan filmlerine özendiği için midir, öztürkçeci olduğu için midir bilinmez bir duruşma boyunca hakime "yargıcım" deyip durur. hani"sayın yargıç" değil de "yargıcım" diyor ki biraz daha türk ananelerine uysun, hakim bu hitabeti garipsemesin. bir, iki , üç beş derken hakim en sonunda:
"ayıp oluyor ama avukat bey!" der.
avukat şaşırmıştır.
"ne oldu ki?" diye sorar.
hakim: - yaşça büyük olabilirsiniz ama biz de hakimiz bir yerde! deminden beri YAVRUCUM deyip duruyorsunuz. yeter ama!

* bu da amerikan mahkemesinde yaşanmış bir çapraz sorgu diyaloğudur:
avukat: kişi size getirildiğinde hayatta mıydı?
doktor: hayır ölmüştü.
avukat: bundan nasıl emin olabiliyorsunuz?
doktor: çünkü beyni önümdeki bir kavanozun içinde duruyordu.
avukat: bu durumda dahi kişinin yaşıyor olma ihtimali yok mu?
doktor: var tabi. hatta şu anda bir yerlerde avukatlık yapıyor olabilir.